OSMANLI'DA EĞİTİM ORANI VE DOĞRULAR ...

ROTTERDAM İSLAM ÜNİVERSİTESİ REKTÖRÜ AHMET AKGÜNDÜZ'ÜN OSMANLI'DA EĞİTİM ORANI HAKKINDAKİ YALANLARI VE OSMANLI EĞİTİM SİSTEMİ HAKKINDAKİ BAZI DOĞRULAR KONULU SİTEMİZE GÖNDERDİĞİ YAZI...

OSMANLI'DA EĞİTİM ORANI VE DOĞRULAR ...
-       İzmir’i örnek alırsanız, Osmanlı Devleti’ndeki nüfus göre okul sayısı şu andakinden daha fazladır. Kendi köyümü esas alırsak, Osmanlı döneminde Mızraklı İlmihal okuyanların oranı % 85’dir
Osmanlı Devleti’ndeki eğitim sis­temimizle alakalı, bazı tespitlerimizi aktarmak istiyoruz:
 
1) Eski eğitim sistemimiz hakkında kıymetli bir kısım değerlendirmelerin varlığı yanında, özellikle resmî plat­formlarda yaygın olan kanâatler, her sahada olduğu gibi, mevhûm bazı safsatalara dayanmaktadır. Bu safsatayı netice veren dört yanlış kıyası burada özetlemek istiyo­ruz:
 
A) Eski eğitim sistemimiz, biraz sonra nakledeceğimiz bazı aksaklıklarına rağmen, günümüzdeki eğitim siste­minden farklı olarak manevî temellere dayanmaktadır. Modern eğitimcilerin çoğu, maneviyatı maddiyata kıyas yapmakla ve tarih boyu maneviyatımıza ve dinimize düşman olan Avrupalıların eğitimle ilgili görüşlerini eski ve yeni eğitimimizde hüccet kabul etmekle, büyük bir ha­talı kıyas içine düşmüş oluyorlar. Halbuki herşeyi mad­dede görenlerin akılları gözlerindedir. Göz ise manevi­yatta kördür. Ayrıca, 600 sene Osmanlı Devleti'ni millî ve manevî değerlerinden koparmak için mücadele etmiş olan Avrupalıların eski eğitim sistemimize müsbet gözle bakmaları mümkün değildir.
 
B) İkinci önemli yanlış kıyas, bazı ilimlerde meşhur olanların başka ilimlerde de mütehassıs olduğuna hük­metmektir. Eski eğitim sistemimiz ve dolayısıyla tarihimiz hakkında konuşanların bir kısmının, tarihi ve eski eğitim sistemimizi bilmedikleri, gün gibi aşikârdır. Mesela, eğitimin Osmanlı döneminde yaygın olmadığı ve Cumhuriyet döneminde alabildiğine yurdun her köşesine yayıldığı ısrarla iddia edilmekte ve can düşmanımız Avrupa ile birlikte ısrarla dedelerimizin câhil olduğu ma­alesef anlatılmaktadır. Acaba cahillikten kasıt nedir? Eğer okuma-yazma bilmeme kasdediliyorsa, bu tamamen yanlıştır. Zira arşiv belgeleri bu iddiaları yalanlamaktadır. Osmanlı dönemindeki okuma-yazma nisbeti, belki bugün için geçerli olmayabilir, 1970'li yıllara kadar, Cumhuriyet dönemine oranla kat kat fazladır. Gelin bir müşahhas misal verelim. 1316 yani 1898 tarihli Aydın Vilâyeti Salnâmesi'ne göre, İzmir'in nüfusu 157.098'dir. Toplam ilkokul sayısı ise, 36.087 nüfusa sahip müslümanlar için 13 adettir. Yani her 2.500 nüfusa bir ilkokul düşmektedir. Bu değerlendirmeye göre, nüfusu 3.000.000'u geçen İzmir'in şu anda 1.200'e yakın ilko­kulu bulunması icabeder. Gerçek rakamın ne olduğunu doğrusu ben de merak ediyorum[1]. Gayr-i müslimlerin sayıları 55'i bulan mektepleri buna dahil değildir. Bizim köyde Rüşdiye mektebi yani ortakokul var imiş; halbuki Cumhuriyet döneminde ilkokul 1950'lerden sonra açılmış. Yani bizim köy ortaokulu kaybettiği gibi ilkokulu da 30-35 sene sonra görebilmiş. Aradaki farkı idrâkleri­nize havale ediyorum.
 
C) Yeni fenleri ve ilimleri bilmeyen âlimlerin sözlerini, dinî ilimlerde de kabul etmemek gibi, bir başka yanlış kıyas daha vardır. Halbuki her ilimde söz sahibi, ancak o ilmin mütehassısıdır. Yeni ilim ve fenlerde maharet sa­hibi olan bir kısım aydınlarımızın bir öncekinin tersine gurura kapılarak, kendisini dinde de mütehassıs kabul etmesi de, eskiyi değerlendirirken bizi hatalara sevkeden önemli yanlış kıyaslardandır. Hatta Cumhurbaşkanı oldu diye, kendisini müfessirlerle eş tutan devlet adamlarımızı dahi bu millet görmüş ve fetvalarını da 12 Eylül'den sonra epeyce dinlemiştir.
 
D) Bir diğer önemli yanlış kıyas da, selefi halefe ve maziyi hâle kıyas edip haksız itirazlarda bulunma has­talığıdır. XVII. asra kadar Avrupa temizliğin kaidelerini dahi bilmezken, Fâtih medreselerinde neden organik kimya okutulmadı diyen ahmaklar vardır. Halbuki fikirle­rin birleşmesiyle şu anda bedihî hakikatler haline gelen çok şeyler, mazide en büyük âlimler için dahi kapalı kalmış olabilir. Her devir, kendi şartları çerçevesinde değerlendirilmelidir.
 
2) Eski eğitim sistemimizin temel teşkilatını, med­rese, mektep ve tekye üçlüsü teşkil ediyordu. XII. asra kadar ve Osmanlı Devleti'nin ilk 150 yıllık döneminde, medrese, hem müsbet ilimlerin ve hem de din ilimlerinin öğretildiği tek öğretim müesseseleridir. İlkokullar demek olan sıbyan, mahalle veya ibtidâî mektebler; medrese adıyla vatanın bütün sathına yayılan orta öğretim mek­tebleri; yine medrese yahut külliye, sahn adıyla üniver­site mahiyetindeki yüksek öğretim kurumları, fevkalade nizamlı çalışmıştır. Müsbet ilimlerde Câbirler, Ali Kuşçular ve İbn-i Sinalar; sosyal ilimlerde İmam Gazaliler, Fahreddin Raziler ve Fenariler ve hukukda İmam-ı A‘zamlar, Serahsiler ve Ebussuûdlar bu ilim yuva­larının yetiştirdiği mükemmel talebelerdir. Mektebler, hususan Tanzimat hareketinden sonra ayrı adlar altında, müsbet ilimlerden uzaklaşan medreselerin boşluğunu kapatmak üzere kurulmuşlardır. Tekyeler ise, asırlarca Anadolu'yu maddî ve manevî tehlikelere karşı koruyan Avrupalıların tabiriyle yenilmez kara ordusunu ve bizim tabirimizle maneviyât erlerini yetiştiren manevî eğitim me­kânlarıdır. Maalesef Osmanlı Devleti'nin son zamanlarına doğru, medrese ehli, mekteblileri dış görünüşlerinden dolayı, iman zaafıyla suçluyor mektebliler ise, onları yeni fenleri bilmediklerinden noksan ve câhil addediyor­lardı. Bu fikirlerdeki ayrılık ve metodlardaki farklılıklara ya­bancıların tahriki de katılınca, İslam ahlâkının sarsılması ve muâsır medeniyetten geri kalınması gibi çok müthiş neticeler ortaya çıktı.
 
3) Osmanlı Devleti'nin sonlarına doğru eski eğitim sisteminin başarıya ulaşmasına engel olan çok önemli maniler çıkmıştır. Bunlardan dördünü özellikle saymak istiyoruz:
 
A) Her alanda görülen istibdad ve “benim bildiğim ve söylediğim doğrudur” anlayışı, hem mekteb ve hem de medrese ehlini muvaffakıyet yolunda engellemiştir. İstibdadın mühim bir çeşidi ve en tehlikelisi de, ehil ol­mayanların ilmiyeye intisabı ile ortaya çıkan ilim istib­dadıdır. Bugün de, kanun ve hukuk ne derse desin, be­nim dediklerim hukukun kendisidir diyen müstebid ilim adamlarını ve hukukçuları gazetelerden esefle takip edi­yoruz.
 
B) Batı'nın ıslahat adı altında içimize attığı ahl­âksızlık tohumları, eğitim sistemimizi, geçmişte olduğu gibi şimdi de engelleyen mühim manilerdendir. Tanzimat gençliği, milletini ve devletini değil, midesini ve nefsinin süflî arzularını düşünen bir gençlik haline getirilmiştir.
 
C) Tembelliği ve dağınıklığı netice veren ümitsizlik ve bıkkınlıktır. Yabancı düşmanların da tesiriyle, Türk gençliğinin damarlarına kendine güvenmemezlik hissi öylesine aşılanmıştır ki, müslüman Türk gencinin hiç bir zaman bir Avrupalı kadar olamayacağı kendine kabul ettirilmiştir.
 
D) Kanaatimize göre en mühimi de, İslam dininin bazı meseleleri ile müsbet ilimlerin meseleleri arasında, bâtıl bir hayal ile var zannedilen veya öyle takdim edil­meye çalışılan çelişki ve çatışmadır. Tamamen yanlış an­lamalardan ve kasdî propagandalardan doğan bu mani, bizi dünya, yabancıları da âhiret saâdetin­den mahrum eylemiştir. Halbuki köle efendisine, hizmet­kâr reisine ve veled pederine nasıl düşman ve karşı ola­bilir? İslamiyet fenlerin seyyidi ve mürşidi; hakiki ilimlerin reisi ve pederidir. Meselâ, İmam Şafiî, namazdaki rükû‘ ve sücûd halinde kıbleye yönelmeyi yer küresinin yuvar­laklığı ile izah ederken ve İmam Fahreddin Razî meseleyi kesin delillerle isbat ederken ve bunun karşısında Avrupa papazları dünyanın bir tepsi gibi olduğunu iddia ederken, mesele bugün tam tersine çevrilerek anlatılmaktadır. Buna se­bep bazı safdillerin yanlış izahlarıdır.
 
4) Eski eğitim sistemimizin, hususan Tanzimat'tan sonra aksayan bir diğer yönü de, din hürriyeti adı altında bugün olduğu gibi, yabancılar tarafından açılan okullardır. Bu durumu ve neticelerini Mısır Müftüsü Muhammed Abdüh şöyle anlatmaktadır:
"Nerede müslüman bir bölge varsa, orada bir Amerikan okulunun veya bir başka Avrupa dinî cemaati­nin okulunun bulunduğunu görüyoruz. Müslümanlar, çocuklarını, dünyevî refah açısından yararlı olur ümidiyle buralar gönderiyorlar. Gençlik çağının heyecanlı dönem­lerinde yabancı okullara giden müslüman çocukları, bu okullarda tahsil hayatı boyunca İslama ve temel esas­larına aykırı şeyler duyuyor veya yaşıyorlar. Kulakları, ba­balarının inançlarına hakaret eden laflarla doluyor. Öğrenim çağı tamamlanmadan, kalpleri her çeşit İslamî inançtan sıyrılıyor ve müslüman adı altında yeni bir nesil or­taya çıkıyor. Bununla da kalmayıp kendilerini kirleten şeyleri, söz ve fiilleriyle cemiyet içinde de yaymaya başlıyorlar"[2]. Bunları duyunca, Robert Kolejini kuran Amerikalı papazın, "Fâtih İstanbul'u burada inşa ettiği Rumelihisarı ile fethe başladı. Ben de bu okul ile İstanbul'u yeniden Hıristiyan âlemine kazandıracağım" sözünü hatırlıyorum.
 
 
 
Prof. Dr. Ahmed Akgunduz
 
Rector & President
Güncelleme Tarihi: 12 Aralık 2014, 00:00
YORUM EKLE
SIRADAKİ HABER