İSMAİL KONCUK'TAN AYM BAŞKANI VE ÜYELERİNE MEKTUP

İSMAİL KONCUK'TAN AYM BAŞKANI VE ÜYELERİNE MEKTUP
Sayın;……………..
Anayasa Mahkemesi Başkanı, Başkan Vekili ve Üyeleri
 
 
Bildiğiniz üzere, 6528 Sayılı Millî Eğitim Temel Kanunu İle Bazı Kanun Ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun, 14 Mart 2014 tarih ve 28941 sayılı Resmi Gazetede yayımlanmıştır. Özellikle mezkûr Kanun’un 22. maddesi ve 25. maddesi ile 652 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’de yapılan değişiklikler, T.C. Anayasası’nda yer alan hukuk devleti ilkesi ve hakkaniyet anlayışı ile bağdaşmamakta olup, Milli Eğitim Bakanlığında âdeta bir kıyım yaşanmasına sebep olmuştur.
6528 Sayılı Kanun’un 22. maddesiyle değiştirilen 652 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin 37. maddesinin (8) numaralı fıkrasında yer alan  “Okul ve Kurum Müdürleri, İl Millî Eğitim Müdürünün teklifi üzerine, Müdür Başyardımcısı ve Yardımcıları ise Okul veya Kurum Müdürünün inhası ve İl Millî Eğitim Müdürünün teklifi üzerine Vali tarafından dört yıllığına görevlendirilir. Bu görevlendirmelerin süre tamamlanmadan sonlandırılması, süresi dolanların yeniden görevlendirilmesi ile bu fıkranın uygulanmasına ilişkin diğer usul ve esaslar yönetmelikle düzenlenir. Bu fıkra kapsamındaki görevlendirmeler özlük hakları, atama ve terfi yönünden kazanılmış hak doğurmaz.” hükmü ile, 25. maddesiyle 652 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’ye eklenen Geçici 10. maddenin (8) numaralı fıkrasında yer alan “Bu maddenin yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla halen Okul ve Kurum Müdürü, Müdür Başyardımcısı ve Yardımcısı olarak görev yapanlardan görev süresi dört yıl ve daha fazla olanların görevi, 2013-2014 ders yılının bitimi itibarıyla başka bir işleme gerek kalmaksızın sona erer. Görev süreleri dört yıldan daha az olanların görevi ise bu sürenin tamamlanmasını takip eden ilk ders yılının bitimi itibarıyla başka bir işleme gerek kalmaksızın sona erer.” hükmü, kazanılmış hakları yok sayarak tamamen keyfi bir yönetici atama sistemi getirmektedir. Bu nedenle pek çok bakımdan hukuk ve hakkaniyete aykırı olan söz konusu Kanun’un çok sayıda maddesinin yürürlüğünün durdurulması ve iptali için Anayasa Mahkemesi’ne başvuru yapılmıştır.
Yöneticilik görevi, emeğin ve yıllar içinde edinilen tecrübenin sonucunda kazanılmış bir haktır. Bu nedenle, yöneticilik görevinin sadece ikinci görevden ibaret olduğunu kabul etmek mümkün değildir. Öğretmenlik formasyonunun yanı sıra yıllar içinde sarf edilen emeğin, özverinin ve deneyimin sonucu kazanılan yöneticilik görevi, öğretmenlik mesleğinin yanı sıra alın teri ile hak edilerek taşınan ayrıcalıklı bir statüdür. Dolayısıyla bu görevlerden birini asıl, diğerini geçici olarak görmek evrensel hukuk kurallarıyla bağdaşmamaktadır. Türk Eğitim Sen'in açtığı davada, Danıştay'ın daha önce yöneticilik görevi yapmış olanlara, yönetici olarak atanma hakkı vermeyen yönetmelik maddesini iptali de, bu kapsamda iyi ve yeni bir örnek yargı kararıdır.
Eğitim camiasında infiale yol açan ve kamuoyunda ucube kanun olarak adlandırılan bu kanun hakkında Yüksek Mahkeme’nin vereceği kararın mutlaka hukukun üstünlüğünü korumak doğrultusunda olacağına şüphe yoktur. Anayasa Mahkemesi, hukuk devleti ilkesi ve hukukun üstünlüğünün ülkemizdeki teminatıdır. Yüksek Mahkemenizin, hiçbir adalet ve vicdan anlayışı ile bağdaşmayan bu kanun hakkında vereceği kararda da aynı kararlılıkla hukuksuzluğa dur demesi eğitim camiamız tarafından sabırsızlıkla beklenmektedir.
Ölenlere, emekli olanlara, müdürlük görevinden ayrılıp öğretmenliğe geçenlere, hatta belediye başkan yardımcılığına geçmiş olanlara dahi müdürlük değerlendirme puanı verilecek kadar, kişileri tanımayanlar tarafından gayri ciddi puanlamalar yapılmıştır.
Bahsi geçen Kanun’un yarattığı akla ve vicdana sığmayan uygulamaları ve yaşattığı mağduriyetleri biraz daha somutlaştırarak, yaşanan adaletsizliğin net bir tablo şeklinde gözler önüne serilmesinde fayda vardır.
Bahsi geçen kanunun yürürlüğe girmesiyle birlikte, 4 yılını dolduran okul müdürleri, müdür başyardımcıları, müdür yardımcıları görevden alınmış; il milli eğitim müdürleri, ilçe milli eğitim müdürleri, il milli eğitim müdür yardımcıları, MEB’de üst düzey yöneticilerinin görevlerine son verilmiştir. Bakanlık Merkez Teşkilatı’nda bulunan şube müdürleri de görevlerinden alınarak, uzman yapılmıştır. Bu şekilde yıllarca bilgisi, tecrübesiyle Bakanlığı yönetenler geri hizmete alınmış ve Bakanlığın hafızası sıfırlanmıştır. Bu yasanın akabinde 10 Haziran 2014 günlü Resmi Gazetede yayımlanan Milli Eğitim Bakanlığına Bağlı Eğitim Kurumları Yöneticilerinin Görevlendirilmelerine İlişkin Yönetmelik de tam anlamıyla kadrolaşmanın diğer adı olmuştur. Kariyer ve liyakat, kamu yararı, bilgi, tecrübe, emek gibi kavramların hepsi yerle yeksan edilmiştir. Uygulamada yaşanan haksızlıklar ise siyasi otoritenin kendisine biat etmeyen ve yandaş olmayan herkesi bertaraf etmek istediğini açıkça ortaya koymuştur.
Görev süresi uzatılacak müdürler sözde bir değerlendirmeye tabi tutulmaktadır.  Değerlendirmede başarı, bilgi, tecrübe önemsenmemiş; adam kayırma, emek hırsızlığı, usulsüzlük, kişiye özel puanlamalar, gayri ciddilik söz konusu olmuştur. Değerlendirmede; öğretmenlerin, okul aile birliği başkan ve başkan yardımcısının ve öğrencilerin görüşü göstermelik olarak dikkate alınmıştır. Çünkü mesai arkadaşlarının değerlendirmeye etki eden puanlarının toplamı sadece 40’dır. 60 puanlık ağırlık değerlendirmeyi ise okul müdürlerini hayatında bir kere bile görmemiş olan, onların çalışmaları hakkında bilgi sahibi olmayan ilçe milli eğitim müdürleri ile ilçe milli eğitim şube müdürleri yapmıştır.
Onlarca başarı belgesi ve ödül almış, mesai arkadaşları tarafından başarılı bulunan ve 40 tam puan verilen bir okul müdürüne, ilçe milli eğitim müdürü ve ilçe milli eğitim şube müdürleri tarafından çok düşük puanlar verilmiştir. Bu şekilde 8 bin civarında yönetici bertaraf edilmiştir. Devamında 73 bin yönetici aynı akıbetle karşılaşacaktır. Bazen de bunun tam tersi yaşanmıştır. Mesai arkadaşları tarafından çok düşük puan alan okul müdürlerine, ilçe milli eğitim müdürü ve ilçe milli eğitim şube müdürleri tarafından yüksek puanlar verilerek bu kişilerin okul yöneticisi olarak devam etmesi sağlanmıştır. Dolayısıyla okullarımızın önemli bir bölümü artık başarılı okul müdürlerine değil, objektif olmayan değerlendirmelerle koltuklarını koruyan kapı kullarına emanettir.
Müdür başyardımcısı ve müdür yardımcıları ise müdür tarafından belirlenecektir. Sınav kazanmış olmanın, başarılı olmanın hiçbir etkisi olmayacaktır. Müdür yardımcıları ile müdür başyardımcılarının geleceğini okul müdürleri tayin edecektir. Yani bu süreçte de bilgi ve yeterlilik değil; okul müdürü ile aynı sendikaya üye olanlar ya da okul müdürü ile iyi ilişki kuranlar, okul müdürü ile aynı dünya görüşünü paylaşanlar tercih nedeni olacaktır. Hatta okul müdürleri dahi inisiyatifi kullanamayacak, siyasiler tarafından önlerine konacak listeyi teklif etmek zorunda kalacaktır. İnsanlar arasında ayrımcılık yapılması, siyasi erkin anlayışına ters düşeni, muhalif olanı yok etme arzusu çok tehlikelidir. Tüm bunlar ışığında Anayasa Mahkemesi’ne çok önemli görevler düşmektedir. Anayasa Mahkemesi’nden iptal kararı çıkmaması durumunda hukuk cinayetleri ard arda işlenmeye devam edecek, insanların hakları gasp edilecek, okullarda iş barışı bozulacak, çalışanlar arasında telafisi mümkün olmayan husumetler baş gösterecektir. Tüm bunların neticesi olarak da eğitim hayatımız ciddi bir yara alacaktır.
Ayrı bir mağduriyet konusu da 14 Mart 2014 tarihinde bahsi geçen kanunun yürürlüğe girmesiyle birlikte okul yöneticilerine herhangi bir tebligat yapılmaksızın ders yılı sonu itibarıyla re’sen görevlerine son verilmiş olmasıdır. Milli Eğitim Bakanlığınca görevin son bulmasına ilişkin ayrıca bir kararname düzenlenerek kişilere tebliğ edilmesi gerekirken, en temel hak olan dava açma hakkının önüne geçilmesine yönelik olarak düzenleyici işlemden sonra tesis edilmesi gereken bireysel işlemler tesis edilmemiştir. Şöyle ki; anılan madde de yer alan“…görevi, 2013-2014 ders yılının bitimi itibarıyla başka bir işleme gerek kalmaksızın sona erer.” ibaresi sebebi ile her ne kadar kişilere tebligat yapılmamış olsa da resmiyette görevleri yasa hükmü ile 13.06.2014 tarihinde sona ermiştir. 
MEB Kanunuyla Milli Eğitim Bakanlığı’ndaki 73 bini okul yöneticisi olmak üzere, toplamda 76 bin yöneticinin alın teriyle, dişiyle, tırnağıyla kazandığı unvanları, sosyal statüleri yok sayılmıştır. Dünyanın hiçbir ülkesinde bir kanunla, bir gecede insanların unvanlarının, kazanılmış haklarının elinden alındığına rastlamak mümkün değildir. Antidemokratik yönetimlerin olduğu en geri kalmış ülkelerde dahi böyle demokrasi dışı bir uygulamaya rastlamak imkan dışıdır.
Ülkemiz her geçen gün insan haklarından, hukukun üstünlüğü prensibinden, yargı bağımsızlığından uzaklaşırken, bu ülkenin en yüksek yargı organına büyük görevler düşmektedir. Türkiye Cumhuriyeti Devletinde hiç kimse bu ülke vatandaşlarını düşüncelerine göre, siyasi ve ideolojik duruşlarına göre kamplara ayırmaya neden olacak kurallar ihdas etme imtiyazına haiz değildir. Anayasa’nın eşitlik ilkesine ve evrensel hukuk normlarına ters düşen düzenlemelerin ve bu düzenlemelerden kaynaklanan uygulamadaki haksızlıkların karşısında tek güvence ise bağımsız yargıdır.  Bu süreçte Türkiye’nin hukuk devleti olduğunun ispatını sağlayacak olan yargı organlarına büyük bir görev ve sorumluluk düşmektedir. Bu noktada hukukun üstünlüğünün ve bağımsızlığının en önemli temsilcileri ise Anayasa Mahkemesi üyeleridir.
             T.C. Anayasası'nın 2. maddesinde, Türkiye Cumhuriyetinin nitelikleri arasında "Hukuk devleti" ilkesine de yer vermiştir. Hukuk devleti ilkesi ise en kısa tanımıyla, “Vatandaşlarının hukuki güvenlik içinde bulundukları, devletin eylem ve işlemlerinin hukuk kurallarına bağlı olduğu bir sistemi anlatır.” Hukuki güvenlik ilkesi ise, bir toplumda bireylerin bağlı oldukları hukuk kurallarını önceden bilmeleri, davranış ve tutumlarını bu kurallara göre güvenle düzene sokabilmeleri, başka bir ifadeyle ilgililerin hukuki durumun süreceğine olan inancı dolayısıyla hayal kırıklığına uğratılmaması anlamına gelir. Dolayısıyla hukuki güvenlik ilkesi, hukuk devletinin olmazsa olmaz koşuludur. Hukuk normunun kazanılmış hak ve/veya tamamlanmış işlemlere geriye dönük olarak uygulanması, bireylerin hukuki güvenliklerini hiçe sayacağından, bazı istisnai durumlar dışında hukuka aykırı olacaktır. Zira hukuki güvenliğin amacı ve hedefi, bireylerin temel hak ve özgürlüklerinin güvence altına alınmasıdır.
T.C. Anayasası'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında da, "Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir." denilmektedir. Bu bağlamda, eğitim kurumu yöneticilerinin görevlerine yasa ile son verilmesi, ilgililerin yasama tasarrufuna karşı dava açma hakları bulunmadığından hak arama özgürlüklerini de ortadan kaldırmak suretiyle yargı denetimini engellemektedir.
Ülkemizde bağımsız yargının en yüksek organı olan Anayasa Mahkemesi’nin hukukun üstünlüğünden yana taraf olacağı konusunda hiç şüphemiz bulunmamaktadır.
 
Gereğini saygılarımla arz ederim. 01.09.2014
                                                                            
 
 
 
 
                                                                                               İsmail KONCUK
Türkiye Kamu Sen ve
Türk Eğitim Sen Genel Başkanı
.
Güncelleme Tarihi: 03 Eylül 2014, 00:00
YORUM EKLE
SIRADAKİ HABER