Üniversiteler Dağ Gibi Sorunlarla Açılıyor

94’ü devlet, 45’i de vakıf üniversitesinden oluşan toplam 139 üniversitede 100 bin 504 öğretim elemanı ve yaklaşık 3 milyon öğrenci ile yüksek öğretim başlıyor.

Üniversiteler Dağ Gibi Sorunlarla Açılıyor

  İlkokuldan üniversiteye varıncaya kadar her kademedeki eğitim-öğretim kurumlarındaki her öğretim yılı başlangıcı, yeni doğan bir gün gibi, büyük umutlarla dolu. Daha doğrusu, öyle olması gereken yeni ve taze bir başlangıç, yeni bir beyaz sayfadır: Ancak ne yazık ki uzun bir süredir bu heyecan ve umut dolu olması gereken günler, daha çok, süreklilik kazanan aksaklıklar, giderilemeyen noksanlıklar ve huzur kaçıran gerginliklerle dolu olarak karşımıza çıkar olmuştur.  Devlet üniversitelerimiz git-gide büyüyen ve git-gide çözümü zorlaşan sorunlardan oluşan bir kör yumak manzarası arz etmektedir.

Ücret sorunu

Mesleği bilim üretmek ve bilim öğretmek olan, ülkemizin en iyi yetişmiş beyinleri, sürekli olarak düşük tutulan ücretleriyle mahkûm edildikleri geçim sıkıntıları dolayısıyla mutlu değillerdir. Bu da onların hem bilim üretmelerinde ve hem de gençlerimizi yetiştirmelerinde tam verimli olmalarını çok ciddî surette engellemektedir.  Bunun sonucunda kaybeden sadece ve sadece Türkiye olmaktadır. Bu durumun böyle sürmesi halinde Türkiye ve Türk milleti daha fazlasını kaybetmeye devam edecektir.

Bugüne kadar akademik personele âdeta kasıtlı olarak düşük ücret politikası uygulayan iktidar, kıdemli profesörler ( görev tazminatı ile birlikteki maaşları ) dışındaki bütün öğretim elemanlarını yoksulluk sınırının altında, idari personelin % 90’ını da açlık sınırı düzeyindeki ücretlere mahkûm etmiş bulunmaktadır.

Öğretim Elemanı Sorunu

Gerek devlet ve gerekse de vakıf üniversitelerinde öğretim elemanı açığı iyice büyümüş bulunmaktadır. Birçoğu gerçek anlamda vakıf kimliği taşımayan ve esas olarak da ticarî amaçla açılan vakıf üniversiteleri kârlılığı düşürdüğü için öğretim üyesi yetiştirmekten ziyade devlet üniversitelerinde yetişmiş bulunan öğretim üyelerini transfer etmeyi tercih etmekte ve devlet üniversitelerinde akademisyenlere ödenen ücretlerin aşırı düşüklüğü de bu transferi hızlandırmaktadır. Devlet üniversiteleri bir yandan bu şekilde öğretim üyesi kaybına uğrarken diğer yandan da yenilerini yetiştirmekte zorlanmakta ve böylelikle ülkemiz, gerek toplam nüfusu, gerek öğrenci sayısı bakımından ciddî anlamda bir öğretim üyesi açığına sürüklenmektedir. Nitekim öğretim elemanı başına düşen öğrenci sayısı 30’dur. Araştırma Görevlileri ders vermedikleri için, bunlar hariç tutulduğunda öğretim elemanı başına düşen öğrenci sayısı 50 ‘ye çıkmaktadır.     

Öğretim üyesi sorununun bu şekilde büyümesindeki en büyük sebeplerden birisi, ücretlerin aşırı düşüklüğüdür. Bir zamanlar yüksek ücretin sembolü olan “profesör maaşı” bile ancak yoksulluk sınırında kaldığı ve çok az bir kısmının biraz üzerinde olduğu için ( 2800–3300 YTL arası ) akademik kadrolara talep gittikçe azalmakta, mevcut akademik personel ise geçimine bir takviyede bulunmak için ek iş yapmak durumunda kalmakta, ayrıca öğretim üyesi başına düşen öğrenci sayısı sürekli arttığı için bu da ders yükünü arttırmakta, bunlara ilâveten, on binlerce öğretim üyesi maddî yetersizlik nedeniyle yabancı dil öğrenimini geliştirememektedir. Öğretim üyeliğinin içinde bulunduğu durumun vahameti ve bütün bunların da öğretim üyelerinin başarılarını ve akademik yükselmelerini nasıl zorlaştırdığını ve sonuçta faturanın topluma nasıl kesildiği gayet açıklıkla kavranabilir.

Öğretim üyesi açığı sonucunda üniversitelerimizde sınıflar da ölçüsüz biçimde kalabalıklaşmakta ve bilhassa yeni açılan üniversitelerde anormal boyutlara ulaşmaktadır; meselâ 180 kişinin bir sınıfta ders yaptığı üniversitelerimizin bulunuşu, durumun vahametini açıkça göstermeğe yeterlidir.

Öğretim üyesi açığının öğrenci sayısındaki artışa ters oranda büyümesi, özellikle yeni açılan taşra üniversitelerinde akademik niteliği olmayan kişilere ders verdirilmesi gibi kabul edilemeyecek sonuçlar da yaratmakta ve bu da üniversite öğretiminin kalite ve seviyesini düşürmektedir.

Öğrencilerin Yurt ve Burs İmkânı Sorunu

Üniversitelerimizle ilgili bir başka baş ağrısı sorun kaynağı da, öğrencilerimizin yetişmesindeki imkân ve ortam yetersizlikleri olup, bunların içinde en önemlileri de, öğrenci kredileri, kütüphane ve lisans ve araştırma laboratuarları, bilgisayar ortamları, spor tesislerindeki yetersizlikler gelmektedir. Ancak en az bunlar kadar hatta bazı hallerde daha da önemlisi olarak, öğrencilerin kalacağı sağlıklı yurtlar da hâlâ çözülememiş bir başka sorun oluşturmaktadır. Yurt sorunu özellikle kız öğrenciler için daha da büyük bir sıkıntı anlamına gelmektedir. Öğrencilerden gelen talepler ile bu taleplerin karşılanabilirlik oranları arasındaki açığın büyüklüğü ürkütücü boyutlara varmış bulunmaktadır. Bu durumda başka kanallardan yurt sorununu çözmeye çalışan öğrencilerimizin çoğu ya yüksek ücretler ödemek zorunda kalmakta, ya da buna imkânı olmayan büyük çoğunluk, hem sağlıklarını hem de tahsillerini risk altına atan yerlerdeki olumsuz şartlarda barınmaya çalışmaktadırlar.

Üniversite öğrencilerinin en büyük sorunu barınma sorunudur. Bu sorunun çözülmesi için Hükümetin ve diğer kamu kurumlarının konuya ciddi bir şekilde eğilmeleri gerekmektedir.

İstihdam Sorunu

Hemen hemen herkesin görmezlikten geldiği bir başka can yakıcı sorun da, yüksek tahsil yapmış kişilerin istihdamı sorunudur. Âdeta “bir müdür, bir mühür”  prensibiyle, hiçbir altyapısını hazırlamadan, durmadan üniversite açmakla yüksek öğrenimle ilgili bütün sorunları çözdüğünü düşünen Hükümet, asıl olarak, şu anda bile yarım milyonu geçen ve her yeni üniversite açılışında daha da büyüyen ve büyüyecek olan “beyaz yakalı işsizler ordusu”na acilen makul hal çaresi bulması gerektiği halde sanki hiç böyle bir sorun yokmuş veya onu hiç ilgilendirmiyormuş gibi davranmaktadır.

Hâlbuki bu problem, mahiyeti gereği, yeni, üniversiteler açmaktan ve/veya öğrenci affıyla üniversiteleri daha da zora koşmaktan çok daha öncelikli ve çok daha önemlidir. Şu tarih itibariyle sadece açıkta bulunan öğretmen sayısının iki yüz binin çok üzerinde oluşuna, bütün bir ders yılı boyunca bazı öğretmenlik dallarında en fazla on beş-yirmi öğretmenin işe alındığına, buna mukabil her sene eklenen on binlerce yeni mezunun da bu birikintiyi sürekli büyüttüğüne dikkat edilecek olursa, bu sorunun azalmak yerine daha da büyüyeceğine ve ileride çok can yakıcı bir hale geleceğine muhakkak nazarıyla bakılması gerekmektedir.

Demokratik Üniversite Sorunu ve Özerk Üniversite Hayali

Üniversitelerimizde huzuru kaçıran bir başka sorun kaynağı da, demokratik üniversite yapılanmasının ümitsiz bir klinik vaka haline dönüşmüş olmasıdır ki, bunun bir sonucu olarak, YÖK’ün üniversiteler üzerinde kurduğu baskıları artık bilmeyen kimse yoktur.

Akademik hayatın ihtiyaçlarına cevap vermeyen, köhnemiş, anti-demokratik, merkeziyetçi ve rektör saltanatı üzerine kurulu YÖK kanununun hâlâ olumlu bir istikamette, üniversitelerimizi katılımcı, demokratik, özerk ve daha ileri düzeyde bilim ve yüksek öğretim kurumlarına dönüştürme istikametinde değiştirilememiş olması geçen yedi yılın boş yere harcandığını gösteren en önemli bir belge olmak durumundadır.

Yıllardır üniversitelerin akademik ve idari özerkliğinden bahseden hükümet, bugün üniversitelerin idaresini öğretim üyelerini dışlayarak, işçi-işveren ve meslek odalarından oluşturmayı düşündükleri mütevelli heyetlerine devretmeyi düşünmektedir. Bu düşünce akımına YÖK’te katılmış bulunmaktadır.

YÖK tepeden aşağıya doğru yapılandırılmış bir kurum haline gelmiştir. Bu kurum içinde Öğretim Üyesinin söz hakkı yoktur. Kendi dekanını ve rektörünü seçememektedir. Kendi Fakültesinde yapılacak önemli ve köklü değişikliklerle ilgili bile görüşü alınmamaktadır. Ülkemizde üniversiteler mali ve idari açıdan özerk değildir. Batı ülkeleriyle mukayese edilemeyecek durumdadır.

Ülkemizde sorunsuz bir üniversite, sorunsuz bir yüksek öğretim için profesöründen araştırma görevlisine kadar bütün öğretim elemanlarının katılıp seçtiği dekan ve rektörlerle işe başlamak gerekir. YÖK′ün artık git gide bilimsel araştırma ve çalışmalarla ilgisini keserek üniversiteler üzerinde artan biçimde bir baskı aracına dönüşmesi önlenmelidir. Hükümetin daha demokratik, daha özgür ve daha gerçek şekilde akademik çalışmaların yapılmasını sağlayacak istikamette köklü değişiklikleri acilen gerçekleştirmelidir. Asıl mesele üniversitenin öncelikle bilim, teknoloji ve fikir üreten en üst düzeyde kurum olduğunu bugüne kadar iktidarların anlamaya yanaşmamaları, özgür ve demokratik üniversiteden çekinmeleri ve hatta korkmaları yönündeki psikolojik sakatlık sorunudur. Bu psikolojiden hükümetler kendilerini kurtarmalıdır.

Çözüm ve Taleplerimiz

Üniversiteler milli gelirden yeterli ölçüde pay ayrılmadığı, YÖK′e üniversiteler arasında koordinasyona sağlama görevi, akademisyenlerin kendi idarecisini seçme özgürlüğü verilmediği sürece üniversitelerimizin sorunları katlanarak büyüyecek ve içinden çıkılmaz bir noktaya gelecektir.

Dünya standartlarında bir eğitimin ilk şartı, mutlak ve behemehal, bütün kademelerinde eğitim ve öğretimde dünya standartlarında kaynak tahsis etmekten geçmektedir.

Üniversiteler mali özerklik verilmeli ve bütçeden Üniversiteler için ayrılan pay, Gayri Safi Milli Hasıla içindeki oranı %0.79′dan en az %10′na çıkarılmalıdır. Türkiye dünya ülkeleri arasında eğitim ve öğretime milli gelirden en az pay ayıran ülkeler arasında yer almaktadır. Öyle ki gelişmekte olan veya az gelişmiş ülkeler arasında bile isimi en alt sıralarda geçmektedir. Bu utanç verici durum düzeltilmeden üniversitelerin mali, idari ve akademik sorunlarını çözemezsininiz. Maddi kaynak olmadan nasıl bilimsel araştırma yapılacak? Bu durumda bilimsel özgürlüğün, mali ve idari özgürlüğün ne anlamı olabilir ki…

Kendisine çok özel bir önem atfedildiği iddia edilen üniversite çalışanlarına: sabun köpüğü gibi uçucu, ne söyleyenin ne de dinleyenin inandığı “laflar” ile değil, bu mesleğin mensuplarına ne kadar ücret ödemekte olduğu ile gösterilir. Üniversitelerden azami randıman alınabilmesi için mutlaka akademisyenlerin ve idari personelin ücretlerinin ciddi bir seviyeye yükseltilmesi şarttır.

Taleplerimiz

Türk Eğitim-Sen olarak;

· Üniversitelere bilimsel, mali özerlik verilmesini,

· Öğrenci başına düşen kalifiye öğretim üyesi sayınsının arttırılmasına yönelik politikalar geliştirilmesini,

· Öğretim elamanlarının ve idari personelin ekonomik düzeylerinin acilen gerçek manada iyileştirilmesini ve belli bir standarda bağlanmasını,

· Akademik personelin her türlü fikir ve düşüncelerinden dolayı bağımsız yargı organları dışında hiçbir kişi, kurum veya mercie hesap verme yükümlülüğünde olmamasını,

· Akademisyenlerin bilimsel görüş bildirme, makale ve kitap yayınlama haklarını ve özgürlüklerini aşırı derecede sınırlandırarak onları kımıldayamaz bir hale getiren bütün uygulamalara son verilmesini,

· Rektörlere verilen geniş yetkilerin azaltılmasını,

· Üniversite idaresinin demokratik kurullara devredilmesini,

· Üniversitelerin günlük politikaya alet edilip, aklın ve bilimin rehberliği dışındaki şekli unsurlarla uğraştırılmamasını,

· YÖK′un her şeyi kontrol eden ve yönlendiren “ Yüksek Öğretim Bakanlığı” olarak değil “Üniversitelerarası Koordinasyon Kurulu” olarak çalışmasını ve üniversitelerle ilgili her sorunun çözümünde ve öğretim elamanlarının ve idari personelin görüşlerine başvurulmasını sağlayacak bir yapıya kavuşturulmasını,

· Bölüm başkanı ve ana bilim dalı başkanlarının bütün öğretim elamanlarının katılacağı bir seçimle belirlenmesini,

· Bir Devlet işçisinin çok altında komik ve ayıplı ücretlerle akademisyen ve idari personel istihdam edilmesinin önüne geçilmesini,

· Üniversitenin isimsiz kahramanları olan idari personelin de kendilerini ilgilendiren konularda söz hakkına sahip kılınması ve fakülte sekreteri ile genel sekreterin atama ile değil memurların katılacağı demokratik seçim mekanizması ile belirlenmesini, ayrıca rektörlük ve dekanlık seçimlerinde oy kullanmalarının önünün açılmasını,

· İdari Personelin terfilerine yönelik engellerini kaldırılmasını, hak ettikleri kadrolara atanmalarının sağlanmasını,

· Belirli bir akademik unvanı kazanan bir akademisyenin veya idari bir unvanı hak eden bir memurun maaş kadrosunun ayrıca kadro ihdasına bağlı olmaktan çıkarılmasını,

· Yardımcı doçentlerin daimi kadroya alınmasını ve ¼′ne kadar yükselmelerine imkân verilmesini,

· Üniversitelerin akademik ve idari personel kadro ihtiyaçlarının acilen çözülmesini,

· 50/d kadrosundaki araştırma görevlilerinin mağduriyetinin önlenmesini;

· İdari ve akademik personelin ulaşım, kreş ve hastane ile ilgili sorunlarının giderilmesini,

· Kız ve erkek öğrencilerin sağlıklı ve hijyenik barınma ve yurt ihtiyaçlarının karşılanmasına yönelik ciddi çalışmaların başlatılmasını,

· Öğrencilerin beslenme, ulaşım ve kredi sorunlarının çözülmesini,

· Alınan harçların öğrenciye hizmet olarak geri dönmesinin sağlanmasını,

· Üniversite ihalelerinin serbest, rekabete açık, şeffaf olması, her kurulun kendi ihalesini serbest piyasa ve rekabet imkânları dâhilinde gerçekleştirebilmesi ve merkeziyetçilikten kaçınılmasını,

· Akademik yükselmelerle ilgili

Yabancı dil sınavlarının filoloji sınavı olmadığı dikkate alınarak alan konularına yönelinmesi suretiyle gerçek anlam ve değerine kavuşturulmasını,

· Döner sermaye işletiminin merkeziyetçilikten kurtarılması, rektörlük ve üniversite yönetim kurulundan ziyade bu gelirlerin oluştuğu kurum ve birimin yönetim kurulu kararlarının esas alınması ve ayrıca hak ve azaltıcı döner sermaye pay oranlarının keyfi olmaması için kurum ve yönetim kurulunun gerekçeli raporlarına dayanmasını,

· Döner Sermaye payından idari personelin en yüksek düzeyde yararlandırılmasını,

· Sadece belirli fakülte veya bölümlere döner sermaye imkânı verilerek buraların üniversite imkânları ile donatılmış bir tür özel işletmelere dönüştürülmemesini,

· Üniversitelerdeki vakıf imkânlarından bütün (akademik ve idari) personelin yararlandırılmasını,

Eğitim iş kolunda yetkili sendika olarak ve ülkemizin en büyük sivil toplum kuruluşu olarak talep etmekteyiz.

       

Türk Eğitim-Sen İstanbul Bölge Başkanı

            Yrd. Doç. Dr. M. Hanefi Bostan





Güncelleme Tarihi: 27 Eylül 2011, 00:00
YORUM EKLE
SIRADAKİ HABER