2016-2017 EĞİTİM-ÖĞRETİM YILI DEĞERLENDİRME RAPORU

2016-2017 EĞİTİM-ÖĞRETİM YILI DEĞERLENDİRME RAPORU
2016-2017 Eğitim-Öğretim yılı, eğitim sistemimizin temel sorunlarına yönelik hiçbir veri araştırması yapılmadan, tamamen ideolojik bakış açısıyla gerçekleştirilen değişikliklerin gölgesinde başlayacaktır.  
2016-2017 eğitim öğretim yılında, eğitim sisteminin, eğitim ve bilim emekçilerinin yıllardır birikerek artan sorunlarının daha da ağırlaşmasının yanı sıra, 15 Temmuz FETÖ darbe girişiminin ardından ilan edilen OHAL uygulamaları nedeniyle geçmiş yıllardan farklı bir durum da söz konusudur.
Gerek ülkenin içinde bulunduğu durum, gerekse bundan doğrudan etkilenen eğitim sisteminin karşı karşıya olduğu çok sayıda sorunun varlığına rağmen eğitim biliminin en temel ilkelerine aykırı düzenlemelerde ısrarını sürdüren Milli Eğitim Bakanlığı, eğitimi niteliksizliğe, düzensizliğe ve kaosa sürükleyerek çocuklarımızın geleceği ile oynamaya devam etmektedir.
Kamu hizmetlerinin piyasanın ihtiyaçları doğrultusunda dönüşümünün en önemli basamaklarından biri olan eğitimde yeniden yapılandırma ve muhafazakarlaştırma uygulamaları, hem Hükümet hem de MEB tarafından çıkarılan yasa ve yönetmelikler, OHAL’in ardından çıkarılan KHK’ler, eğitimde yaşanan sorunlara yenilerinin eklenmesine neden olmuştur. MEB tarafından son dönemde yapılan bazı değişiklikler ve uygulamalarla yüz binlerce öğrenci ve veli yine mağdur edilecektir.
 
KAMUSAL EĞİTİMİN NİTELİĞİ DÜŞÜRÜLMÜŞTÜR
 
AKP iktidarı döneminde, eğitimde piyasa merkezli işletmeci anlayışı yerleştirilmeye çalışılmış, birçoğu cemaat ve tarikatlara ait özel okullara yönelik doğrudan teşvik uygulamalarında ciddi adımlar atılarak kamusal eğitim alanı daraltılmıştır. AKP, kendi döneminde sayıları iki kat artan dershaneleri “paralelle mücadele” bahanesiyle özel okullara dönüşmeye zorlarken, devlet okullarına vermediği kaynağı, yandaş özel okullara peşkeş çekmiştir. Kamusal kaynaklar, eğitimin ticarileştirilmesi için özel sermayeye aktarılırken kamusal eğitimin niteliği düşürülmüştür.
Darbe girişiminin ardından ise FETÖ operasyonları kapsamında kapatılan cemaat okullarının kamulaştırılması doğru olmakla beraber imam hatip okullarına dönüştürülmesinin hiçbir pedagojik gerekçesi yoktur. Bugüne kadar kapatılan 934 okulun büyük bölümü, Fen, Sosyal Bilimler, Güzel sanatlar Liseleri gibi okullara ihtiyaç olmasına rağmen imam hatipe dönüştürülmüştür.
MEB’in 2015-2016 öğretim yılı verilerine göre Türkiye genelindeki bin 149 imam hatip lisesinde 677 bin 205 öğrenci, bin 961 İmam Hatip ortaokulunda ise 524 bin 295 olmak üzere 1 milyon 201 bin 500 öğrenci bulunmaktadır. Bu sayı, imam hatipe dönüştürülen cemaat okullarıyla birlikte bu eğitim öğretim yılında daha da artacaktır.
 
GÖREVDEN ALMALAR
 
AKP iktidarı, 15 Temmuz’da gerçekleşen FETÖ darbe girişimini fırsat görerek bir tasfiye süreci başlatmış görülmektedir. FETÖ’yü temizleme bahanesiyle girişilen uygulamalar, muhalifleri yok etme girişimlerine dönüşmüştür.
672 sayılı KHK ile 28 bini MEB bünyesinde olmak üzere, 50 bini aşkın kamu personeli kamu görevinden ihraç edilmiştir. Son olarak terör örgütünü destekleyici faaliyetlerde bulunduğu gerekçesiyle 11 bin 320 öğretmen görevden uzaklaştırıldı. Darbe girişiminden sonra demokratik düzene karşı yapılacak her türlü girişimin, her türlü darbenin tereddütsüz karşısında olduğumuzu dile getirmiş, devletin içine sızan cemaat ve tarikatlar dahil tüm paralel yapıların, devletin tüm kılcal damarlarından kökünün kazınmasının zorunlu olduğunu vurgulamıştık.
Ancak siyasi iktidar, yürütülen soruşturmalarda beklenen hassasiyeti göstermemiş, hukukun evrensel ilkelerine riayet etmemiş, terör örgütüyle hiçbir bağlantısı olmadığı halde masum kamu görevlileri de görevlerinden alınmıştır.
Okulların açılmasına az bir süre kalmışken, var olan öğretmen açığı daha da artmıştır. Bu tabloya rağmen Milli Eğitim Bakanlığı, kadrolu öğretmen atamasından vazgeçmiş mülakata dayalı sözleşmeli öğretmen sistemini getirmiştir. Eğitim-İş, kamusal bir hak olan eğitimin niteliğini düşürecek sözleşmeli öğretmen uygulamasını yargıya taşımıştır.
 
BÜTÇEDEN YİNE EĞİTİME PAY YOK
 
Milli Eğitim Bakanlığı bütçesi, okul, derslik, öğretmen ihtiyacı ve altyapı sorunlarına rağmen 2016 yılı için 76 milyar TL olarak belirlenmiştir. OECD ülkelerinde milli gelirin ortalama yüzde 6’sı eğitime ayrılırken, Türkiye milli gelirin yaklaşık yüzde 3,45’ine karşılık gelen bu bütçeyle eğitime en az pay ayıran ülkeler arasında yer almaktan kendini kurtaramamıştır. Öngörülen milli eğitim bütçesiyle parasız, nitelikli ve herkese eğitim anlayışının yaşama geçirilmesi mümkün değildir.
 
EĞİTİM HARCAMALARINDAKİ ADALETSİZLİK
 
Yeni eğitim öğretim yılı önceki yıllara göre giderek daha ağırlaşan sorunlarla başlarken, devletin resmi rakamları, gelir dağılımındaki bozulmanın yansıdığı eğitim harcamalarındaki büyük adaletsizliğin toplumu “eğitimsizliğe” doğru sürüklediğini ortaya koyuyor.  Toplum, iyi eğitilmiş bir azınlıkla kötü eğitilmiş ya da eğitilememiş bir büyük çoğunluk olarak ayrılmaya doğru ilerlemektedir.
Türkiye, OECD ülkeleri içerisinde gelir dağılımı en adaletsiz ilk beş ülke arasında yer alırken,  Avrupa Birliği ülkeleri ile karşılaştırıldığında ise ilk sırada geliyor. Gelir dağılımındaki bu adaletsizlik doğal tüketim harcamalarına da yansıyor.
TÜİK’in hanehalkı bütçe harcamalarıyla ilgili araştırmaları Türkiye’de en zengin ve en yoksul kesimlerin yaptığı harcamalar arasında en büyük uçurum eğitim harcamalarında yaşandığını ortaya koyuyor.
Eğitim alanında yaşanan eşitsizlik ise gelir dağılımının gelecekte daha da bozulması ya da en iyi ihtimalle bu bozuk halinin devam etmesi riskini artırıyor. Çünkü eğitim alanındaki eşitsizliklerin, gelir dağılımında eşitsizliğe yol açan unsurların başında geldiği biliniyor.  Araştırmalar, eğitim düzeyi, eğitim yatırımları, özel okulların varlığı, eğitimin eşit dağılıp dağılmadığı ve eğitimin kalitesi gibi faktörlerin gelir dağılımını dolaylı ya da doğrudan etkilediğini gösteriyor. Daha iyi eğitim alanların, gelecekte gelirden daha fazla, daha az daha düşük kaliteli eğitim alanların da gelirden daha az pay almalarının kaçınılmaz olduğu belirtiliyor.
 
Yüzde 20’lik Dilimler
TÜİK’in Hanehalkı Tüketim Harcaması araştırmasına göre Türkiye’deki 21 milyon 825 bin aile 2015 yılında ayda ortalama 3 bin 43 liralık tüketim harcaması yaptı. Bu harcamadan eğitim için ayrılan pay ise yüzde 2,17 düzeyinde kaldı. Yani Türkiye’de geçen yıl aile başına aylık 66 lira, yıllık ise 792 liralık bir eğitim harcaması yapıldı. Ailelerin eğitime yaptıkları aylık ve yıllık ortalama eğitim harcamasının bu kadar düşük olması, büyük bir çoğunluğun eğitim için tek kuruş para harcayamamasından kaynaklanıyor. Dolayısıyla Türkiye’de eğitime para harcamak “mutlu azınlığın” ayrıcalığı haline geliyor.
TÜİK, her yıl yaptığı ailelerin tüketim harcamalarına ilişkin araştırmanın sonuçlarını kamuoyuna yüzde 20’lik gelir gruplarına göre açıklıyor.  Yüzde 20’lik gelir gruplarına göre yapılan açıklamaya göre Türkiye’deki en zengin yüzde 20’lik kesimde yer alan 4 milyon 365 bin aile ile en yoksul 4 milyon 365 bin ailenin eğitim için yaptığı toplam harcama arasında 44 katlık bir uçurum bulunuyor. Yoksul aileler eğitim için ayda ortalama 5 liralık harcama yapabiliyor.
TÜİK’e göre 2015 yılında eğitim için Türkiye’deki ailelerin yaptığı 17,3 milyar liralık harcamanın yüzde 69’una yakınını en zengin yüzde 20’lik kesim yaparken, en yoksul yüzde 20’lik kesimin payı ise yüzde 1,6’da kalıyor. En zengin yüzde 20’lik kesimde yer alan 4 milyon 365 bin aile geri kalan yüzde 80’lik kesime, yani 17 milyon 460 bin aileye göre iki kat daha fazla eğitim harcaması yapabiliyor.
 
Yüzde 10’luk Dilimler
Yüzde 20’lik dilimlere göre yeterince korkunç olan bu tabloya, yüzde 10’luk gelir dilimlerine göre bakıldığında ise çok daha büyük bir tehlikenin işaretleri geliyor. 
TÜİK’in basın bülteni ile kamuoyuna açıklamadığı verilere göre,  Türkiye’deki en zengin yüzde 10’luk kesim ile en yoksul yüzde 10’luk kesimin toplam tüketim harcamaları arasında 5,5 katlık bir fark bulunuyor. Zenginler yoksulların 5,5 katı bir tüketim harcaması gerçekleştiriyor. Yüzde 5’lik gelir dilimlerine göre bakıldığında ise en üsttekilerle en alttakiler arasındaki fark çok daha açılıyor.
AİLELERİN TÜKETİM HARCAMALARIYLA İLGİLİ GENEL BİLGİLER
  Aylık(Ortalama) Yıllık
Aile Sayısı 21.824.712 21.824.712
Türkiye’deki ailelerin toplam tüketim harcaması(TL) 66.412.598.616 796.951.183.392
Aile başına tüketim harcaması (TL) 3.043 36.516
Aile harcamaları içerisinde eğitime ayrılan tutar (TL) 66 792
Eğitimin tüketim harcaması içindeki payı (%) 2,17 2,17
Eğitime yapılan harcamanın tutarı (TL) 1.441.153.390 17.293.840.680
     
En yoksul yüzde 10'un toplam tüketim harcamaları içindeki payı % 3,6 3,6
En zengin yüzde 10'un toplam tüketim harcamaları içindeki payı % 23,5 23,5
     
En yoksul yüzde 10'un toplam tüketim harcaması (TL) 2.390.853.550 28.690.242.602
En zengin yüzde 10'un toplam tüketim harcaması (TL) 15.606.960.675 187.283.528.097
En yoksul yüzde 10’luk kesimin ortalama tüketim harcaması (TL) 1.095 13.146
En zengin yüzde 10’luk kesimin ortalama tüketim harcaması (TL) 7.151 85.813
 
TOPLAM HARCAMADA 6,5 KAT OLAN FARK EĞİTİMDE 78 KATA ÇIKIYOR
 
Toplam tüketim harcamalarında 6,5 kat olan fark, eğitim harcamalarına geldiğinde aradaki uçurum 15-16 kat artarak 78 kata kadar çıkıyor.
Türkiye’deki eğitim harcamalarının yüzde 52,3’ünü en zengin yüzde 10’lik kesim gerçekleştiriyor. En yoksul yüzde 10’luk kesimin yaptığı eğitim harcaması ise yüzde 0,7’de kalıyor. En zengin 2 milyon 182 bin aile eğitim için 2015 yılında 8 milyar 990 milyon lira harcarken, en yoksul yüzde 10’luk dilimde yer alan 2 milyon 182 bin aile ise sadece 115 milyon liralık eğitim harcaması yapabiliyor.  Eğitim için yapılan harcamada iki kesim arasında 78 katlık bir uçurum oluşuyor.
En zengin yüzde 10’luk kesimin eğitim için yaptığı harcama, en yoksul kesimlere bu kadar fark atmakla kalmıyor, Türkiye’nin geri kalanının, yani diğer 19 milyon 642 bin ailenin tümünün yaptığı harcamanın üzerine çıkıyor.
En zengin yüzde 10’luk kesimin Türkiye’deki toplam eğitim harcamaları içerisindeki payı önceki yıllara göre giderek de artıyor dolayısıyla söz konusu uçurum giderek derinleşiyor. En zengin yüzde 10’un yüzde 52’yi geçen toplam eğitim harcamaları içindeki payı 2013 yılında yüzde 49,2, 2014 yılında ise yüzde 49,7 düzeyindeydi.
En yoksul yüzde 10’luk kesimin toplam eğitim harcamaları içerisindeki payı ise azalıyor. Bu kesim 2013 yılında toplam eğitim harcamalarının yüzde 1,1’ini, 2014 yılında yüzde 1’ini yapıyordu.
 
EN ZENGİN VE EN YOKSUL YÜZDE 10’LUK KESİMLERİN EĞİTİM HARCAMALARI
  Aylık Ortalama Yıllık
En yoksul yüzde 10'un toplam eğitim harcamaları içerisindeki payı (%) 0,7 0,7
En zengin yüzde 10'un toplam eğitim harcamaları içerisindeki payı (%) 52,3 52,3
En yoksul yüzde 10’luk kesimin tüketim harcamaları içerisinde eğitime ayırdığı pay (%) 0,4 0,4
En zengin yüzde 10’luk kesimin tüketim harcamalarından eğitime ayırdığı pay (%) 4,8 4,8
En yoksul yüzde 10’luk kesimdeki ailenin eğitim harcama tutarı (TL) 4 53
En zengin yüzde 10’luk kesimdeki ailenin eğitim harcama tutarı (TL) 343 4.119
En yoksul yüzde 10'un eğitim toplam harcaması (TL) 9.563.414 114.760.970
En zengin yüzde 10'un eğitime toplam ayırdığı pay (TL) 749.134.112 8.989.609.349
 
Yoksul aileler harcayabilecekleri her 100 liranın sadece 40 kuruşunu eğitime ayırabilirken, en zengin yüzde 10’luk kesim ise 100 liralık harcamasının 4,8 lirasını eğitime harcayabiliyor.
Türkiye’deki en yoksul yüzde 10’luk kesimdeki aileler 2015 yılında aylık olarak ortalama 1.095 TL harcama yaptılar ve bunun da en fazla 4 lirasını eğitime ayırabildiler.  En yüksek gelire sahip yüzde 10’luk dilimdeki aileler ise aylık ortalama 7.151 lira harcadılar ve bunun 343 lirasını eğitime harcadılar.
TÜRKİYE’DEKİ EĞİTİM HARCAMALARINI KİM YAPIYOR
Gelir Grupları Pay (%)
  1. Yüzde 10
0,7
  1. Yüzde 10
0,9
  1. Yüzde 10
1,5
  1. Yüzde 10
2,7
  1. Yüzde 10
3,2
  1. Yüzde 10
5,4
  1. Yüzde 10
7,6
  1. Yüzde 10
9,0
  1. Yüzde 10
16,7
  1. Yüzde 10
52,3
 
 
 
TAŞIMALI EĞİTİM DEVAM EDECEK
 
Yine kırsal kesimde pek çok köy okulu işlevsiz kalırken, geçtiğimiz öğretim yılında taşımalı eğitim artarak sürmüştür.
2012-2013 eğitim öğretim yılında taşınan öğrenci sayısı 801 bin 708’di. 2013-2014 eğitim öğretim yılında toplam 23 bin 880 okul, 10 bin 551 merkez okula taşınırken taşınan ilkokul ve ortaokul öğrenci sayısı 825 bin 90’a çıkmıştır. 2014-2015 eğitim öğretim yılında ise 27 bin 921 okul, 10 bin 748 merkez okula taşınmaktayken, taşınan öğrenci sayısı ise 850 bin 405’ti.
2015-2016 eğitim öğretim yılında ise 43 bin 959 okul, 11 bin 853 merkez okula taşınırken, taşınan öğrenci sayısı ise 808 bin 332 olmuştur.
 
EĞİTİM SİSTEMİ SERMAYENİN ÇIKARLARI DOĞRULTUSUNDA ŞEKİLLENDİRİLDİ
MEB istatistiklerine göre ülke genelinde, 61 bin 203 okul bulunuyor. 4+4+4 düzenlemesi öncesi 2011-2012 eğitim öğretim yılında 4 bin 664 özel okulda 535 bin 788 öğrenci eğitim görürken, 2014-2015 eğitim öğretim yılında 7 bin 474 özel okulda, 823 bin 515 öğrenci eğitim görmüştür. Geçtiğimiz öğretim yılında ise 9 bin 581 özel okulda 1 milyon174 bin 409 öğrenci eğitim görmüştür.  Özel okulların sayısı, bir önceki yıla göre yüzde 28 oranında, 2011-2012 eğitim öğretim yılına göre de yüzde 95 oranında artmıştır. Ortaya çıkan tablo, AKP hükümetinin eğitim sistemini sermaye sınıfının çıkarları doğrultusunda nasıl şekillendirdiğini ve eğitim sistemindeki ayrışmayı gözler önüne sermektedir. MEB’in istatistikleri, özel okulları doğrudan kamu kaynaklarıyla destekleyen AKP’nin eğitimi kamusal bir hizmet olmaktan çıkarma amacını ortaya koymuştur. Sözleşmeli öğretmen uygulamasıyla da hedeflenen eğitimin özelleştirilmesi ve yerelleştirilmesidir.
Türkiye’de fakültelerimizden yıllık yaklaşık 80 bin civarında öğretmen mezun edilirken, MEB hala eğitim sisteminin ihtiyacı kadar atama yapamamaktadır. 70 bine yakın ücretli öğretmen ayda 1.177 TL ücretle, sendikal haklardan mahkum, güvencesiz olarak istihdam edilmektedir.
 
MEB DEVRE DIŞI BIRAKILMIŞTIR
 
AKP iktidarı döneminde eğitim, siyasal iktidarın egemen ideolojisinin önemli bir bileşeni haline getirilerek en fazla yıpratılan alan olmuştur. Kindar nesil projesini her türlü hukuki, vicdani ve etik kuralı ayaklar altına alarak yaşama geçirmeye çalışan siyasal iktidar, çağdaşlaşmanın temeli olan eğitimi, kendi ideolojik amaçları doğrultusunda biçimlendirmeye çalışmaktadır.
Milli Eğitim Bakanlığı ulusal eğitimden uzaklaşmış, adeta Diyanet İşleri Başkanlığı’nın, tarikatların ve cemaatlerin güdümüne girmiştir. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın kuruluş amacından uzaklaşarak eğitimin laik yapısını ortadan kaldırmaya, eğitimin dini esaslara göre şekillendirilmesini sağlamaya yönelik girişimleri özellikle bu iktidarın son döneminde yoğunlaşmıştır.  Kuran-ı Kerim, Siyer, Temel Dini Bilgiler adı altında dini esaslı konuları ele alan seçmeli derslerin seçimi konusunda hutbeler hazırlanarak öğrencilere ve velilere baskı yapılması; medreselere yasal statü kazandırılması, üniversitelerle denkliklerinin sağlanması, medrese mezunlarının pedagojik formasyon almasını ve müderrislerin bölgede barış gücü görevi üstlenmeleri konusunda Bakanlar Kurulu’na öneride bulunulması; kamu kreşleri teker teker kapatılırken, Diyanet’in açtığı kreşlerde 4-6 yaş arası çocuklara dini eğitim verilmesi yine sıbyan mektebi adı altında dini eğitim veren Kuran kursu kreşlerinin açılması gibi uygulamalar MEB’in Diyanet İşleri Başkanlığı’nın güdümüne girdiğinin göstergesi olmuştur.
Ülkenin geleceğini akıl, bilim ve sanatın değil, dogma, hurafe ve inançların belirleyeceği bir toplumsal yapının oluşumuna zemin oluşturacak düzenlemelerle eğitimi hızla imamlaştıran AKP iktidarı, eğitimi niteliksizliğe, düzensizliğe ve kaosa sürükleyerek çocuklarımızın geleceği ile oynamaya devam edecektir.
 
ÖĞRENCİLERE YÖNELİK CİNSEL SALDIRILAR AYYUKA ÇIKMIŞTIR
 
“Değerler eğitimi” adı altında tarikat ve cemaatlerin okullarımıza sokulması ve ardından iyice ayyuka çıkan öğrencilere taciz olaylarının son örneği olarak kamuoyunda infiale neden olan Karaman’da yaşanan taciz olayı, Bakanlığa bağlı okullarda eğitim gören çocuklarımızın çeşitli dernek, vakıf ve özel kuruluşlara ait yurt, ev ve etüt merkezleri olarak faaliyet gösteren yerlerdeki güvenliğine dikkatlerin çekilmesi gerektiği gerçeğini gün yüzüne çıkarmıştır.
Devletin öğrencilerini gözetmek konusundaki asli görevini özel kuruluşlara devretmesiyle birlikte bu alanlarda hiçbir denetimin olmaması affedilemez ve telafisi mümkün olmayan sonuçlar doğuran bir ihmalin varlığını ortaya çıkarmıştır.     
Devlet, 18 milyondan fazla çocuğun eğitiminden, etik değerlere bağlı, onurlu, düzgün bir yaşam sürmesinden, sağlıklı, huzurlu, dengeli bir yaşam içerisinde çağdaş, insani ve evrensel değerlere bağlı yurttaşlar olarak yetiştirilmesinden sorumludur. Devlet, bu konuda gereken tedbirleri almak ve çocuklarımızı her türlü saldırıya karşı korumakla yükümlüdür.
Devlet, kendi sorumluluğu altındaki bu çocukların eğitimini, barınmasını,  ihtiyaçlarını belirli amaçlara hizmet eden; çoğu dini esaslara göre eğitimi şekillendirmek isteyen, eğitimin bilimsel ve laik yapısını, karma eğitim anlayışını yok etmeye çalışan  bir kısım tarikatların, Cumhuriyet düşmanı vakıf, dernek veya cemaatlerin eline terk edemez.
 
MAARİF VAKFI’YLA EĞİTİM SARAYA BAĞLANIYOR
 
            Milli Eğitim Bakanlığı bütçesinden 1 milyon TL aktarılarak yurtiçinde ve yurt dışında faaliyet gösterecek olan ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın doğrudan kendisine yakın üyeleri atadığı Maarif Vakfı’yla eğitimin planlanması ve yönetimi Saray’a bağlanacaktır.
Mütevelli Heyetinin oluşumuna baktığımızda Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kontrolünde yeni bir TÜRGEV yaratılmaya çalışılacağı, kendilerine yakın tarikat ve cemaatlerin faaliyetlerine yasal kılıf hazırlayacakları, devlet kasasından bu yapılanmalara para aktarılacağı açıktır. Böylece Milli Eğitim Bakanlığı by-pass edilecek ve devletin denetiminden çıkarılacak olan eğitim sistemi doğrudan saraya bağlanacaktır. Mütevelli heyetine yandaşların atanması bunu göstermektedir.
Vakfın, okul öncesi, ilköğretim, ortaöğretim yükseköğretimde kurumlar ve yurt, pansiyon, lojman açmasının öngörülmesi, kamusal eğitim alanının daha da daraltılacağı, özel öğretimin doğrudan destekleneceğini göstermektedir.  Yine vakfın yurtdışında da faaliyet gösterecek olması, paralelle mücadele adı altında yeni bir paralel yapı oluşturulacağı ve cemaat okullarının bu vakfa devredileceği izlenimi yaratmaktadır.
 
KPSS’DE MAĞDURİYETLER YARATILMIŞTIR
 
 
Ankara 1. İdare Mahkemesi, usulsüzlük ve kopya iddiaları nedeniyle daha önce "Eğitim Bilimleri" bölümü iptal edilen 2010 KPSS'nin "Genel Yetenek ve Genel Kültür" kısmını da iptal etmiştir.
Bu karar, sınavı hakkıyla kazanmış on binlerce masum insanın mağduriyetine yol açmıştır. Mevcut yargı kararı sonucu oluşacak kaosun masum insanları mağdur etmesi engellenmeli, sadece kopyacıların tespit edilerek cezalandırılması gerekmektedir.
Öte yandan böylesine önemli konularda yargı kararlarının bu kadar gecikmesi toplumun adalet sistemine olan güvenini zedelemektedir. Hiç kuşkusuz geciken adalet, yeni adaletsizlikler yaratmaktadır.
Eğitim-İş, on binlerce insanın ve ailesinin geleceğini ilgilendiren böylesine önemli bir konuda, yeni suistimallerin oluşmaması için konuyu yakından takip etmektedir.
 
SONUÇ
 
Eğitim sisteminde yıllardır yaşanan sorunların aşılması, eğitimin eşit, parasız ve kamusal niteliğinin arttırılması ile mümkün olur. Ülkemizin geleceğini oluşturacak yeni kuşaklar, değerler eğitimi adı altında verilen din eğitimiyle değil, akıl, bilim ve sanat ortamında verilen eğitim sistemiyle yetiştirilmelidir.
Eğitim-İş olarak, bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da bilimsel, laik ve demokratik eğitim mücadelemizden vazgeçmeyeceğiz. Ülkemizin geleceğini oluşturacak yeni kuşakların, akıl, bilim ve sanat ortamında barış ve huzur içinde verilen bir eğitim sistemiyle yetiştirilmesi için her türlü dayatmanın karşısında olacağız. 


Veli DEMİR
Genel Başkan
 
Güncelleme Tarihi: 18 Eylül 2016, 00:00
YORUM EKLE
SIRADAKİ HABER