HER YAPTIĞINIZI KAYIT ALTINA ALIYOR VE HUKUK ÖNÜNDE HESAP VERECEĞİNİZ GÜNÜ BEKLİYORUZ!

Genel Başkan İsmail Koncuk’tan yandaş bürokratlara;

HER YAPTIĞINIZI KAYIT ALTINA ALIYOR VE HUKUK ÖNÜNDE HESAP VERECEĞİNİZ GÜNÜ BEKLİYORUZ!
“HER YAPTIĞINIZI KAYIT ALTINA ALIYOR VE HUKUK ÖNÜNDE HESAP VERECEĞİNİZ GÜNÜ BEKLİYORUZ!”
 
 
 
Türk Eğitim-Sen Kadın Komisyonları Tek Yürek Buluşması 5-8 2015 Mart tarihleri arasında Antalya’da yapılıyor. Toplantıya Türkiye Kamu-Sen ve Türk Eğitim-Sen Genel Başkanı İsmail Koncuk, Genel Merkez Yönetim Kurulu Üyeleri ve Şubelerin Kadın Komisyonu Yönetim Kurulu Üyeleri katıldı. Toplantı Genel Başkanın açılış konuşmasıyla başladı.
 
Gün geçmiyor ki, kadına şiddet haberlerine rastlamayalım. Türk İslam medeniyetinden feyz almış bir milletin evlatlarının, kadınlarımızı bu derece farklı bir gözle değerlendirmesi, onlara eziyet edilecek bir varlık gözüyle bakması asla kabul edilemez.
 
Toplantıda bir konuşma yapan Genel Başkan İsmail Koncuk, “Son yıllarda ülkemizde kadınlara yönelik şiddetin arttığını üzülerek görüyoruz. Gün geçmiyor ki, medyada kadına şiddet haberlerine rastlamayalım. Türk İslam medeniyetinden feyz almış bir milletin evlatlarının,  kadınlarımızı bu derece farklı bir gözle değerlendirmesi, onlara eziyet edilecek bir varlık gözüyle bakması asla kabul edilmez. Bu durum, medeniyet değerlerimizden uzaklaştığımızı gösteren bir durumdur. Gerek İslamiyet öncesinde de Türk milletinin kadına verdiği değer ve gerekse İslamiyet sonrasında verdiği değer ortadayken, bugün yaşadıklarımız kabul edilir gibi değildir. Bunları bir erkek gözüyle değerlendiriyor ve empati yapmamız gerektiğini düşünüyorum. Empati yaparken de annelerimizi, kız kardeşlerimizi, kızlarımızı düşünüyoruz. Kadınlarımıza yapılanları kabul etmiyoruz, bunlara karşı isyan ediyoruz.” dedi.
 
Genel Başkan Koncuk; “İnsanların gözleri önünde bir çok şiddet olayı yaşanıyor ama hiç kimse müdahale etme cesareti gösteremiyor. Özgecan ASLAN'ınımızın, insan dahi denilemeyecek yaratıklar tarafından hunharca katli yüreğimizi dağladı. Bu menfur olayı kınayacak kelimeleri bulabilmek, duygularımızı anlatabilmek mümkün değil. Hangi duygular, insanları bu derece insanlıktan çıkarmış olabilir? Toplumsal bir cinnet mi geçiriyoruz, bu hale nasıl geldik? Özgecan ASLAN kızımıza Allah’tan rahmet, ailesine sabır diliyorum.” Şeklinde konuştu.
 
Bizim gibi düşünen ya da bizim gibi düşünmeyen her kim olursa olsun, bu ülkenin insanlarını saygı değer bir vatandaş olarak göreceğiz. Bu ülkenin vatandaşı olmasının getirdiği bir haktır.
 
Kadına yönelik şiddetin sadece kadın-erkek ilişkilerinde olmadığını çalışma hayatında da şiddet vakalarının sıkça yaşandığını belirten Koncuk; “Kadına şiddet çalışma hayatında da vardır. Maalesef böyle bir anlayış var Türkiye’de. Yönetici seçme sistemini sadece yandaşların yönetici olma anlayışı üzerine kullanırsanız, ancak bu zayıf insanlar, baskıyla kendi varlıklarını ilan ettirmeye çalışacaklardır. Türkiye, bilgili ve donanımlı yöneticilerle yola çıkabilseydi; emin olun ki, çalışma hayatındaki sıkıntıları yaşamıyor olurdu. Ama o kadar karakter zafiyetinde insanlar, o kadar bilgisiz insanlar maalesef yönetici kademelerine getirildiler ki bu olayları yaşamak vaka-ı adiyeden den sayılmaya başlandı.” Dedi.
 
Türkiye Kamu-Sen olarak mobbing konusuna da titizlikle eğildiklerini belirten İsmail Koncuk; “Mobbing nedir? Bir grup insanın bir kimseye veya başka bir gruba psikolojik baskı ve sosyal kabadayılık yapmasıdır. Özellikle hiyerarşik yapılanmış gruplarda ve kontrolün zayıf olduğu örgütlerde, gücü elinde bulunduran kişinin ya da gurubun diğerlerine sistematik baskı uygulamasıdır. Biz bu mobbing uygulamasının gerek kanun çalışmalarının, gerekse yönetmelik çalışmalarının tam göbeğindeyiz. Türkiye’de mobbingin en aza indirilebilmesinin en önemli yolu, sağlam bir sendikal anlayışın ortaya konulmasıdır.
 
Kamu çalışanları, nasıl bir sendikal tercih ortaya konulması gerektiğini bilmelidir. Onlar sendikal tercihlerini belirlerken, kamu çalışanlarının haklarını savunanları tercih etseler, hiçbir problem yaşamayız. Sendikalar arasında rekabet anlaşılabilir. Ama ben ahlaksızlığı, hak yemeyi anlamam. Mobbing, işte bunları da kapsıyor. Zorla insanları üye yapmakla bir sendikal anlayış olabilir mi? Bunu kabul edenleri de anlamakta zorlanıyorum. Bizler köle miyiz? Özellikle okumuş insanlar, aydınlar, öğretmenler, doktorlar bu köleliğe karşı en başta karşı çıkması gerekmektedir. Ama ben bakıyorum çok küçük sebeplerle, çok küçük gerekçelerle insanlar sendikal tercihlerini ortaya koyuyorlar. Türkiye Kamu-Sen asla bu anlayışın yanında olmayacak. Bizim sendikal davamız, insanlara huzur vermek olmalıdır. Biz insanların yüreğine korku salmayacağız. Bunun adı zülümdür. Biz zulmetmek, zalim olmak adına bu yola çıkmadık. Bizim gibi düşünen ya da düşünmeyen herkesi bu ülkenin saygı değer bir vatandaşı olarak göreceğiz.” dedi.                                       
 
Gelin adam gibi kamu çalışanlarının huzurunun, mutluluğunun artırılmasının mücadelesini verelim. Bütün sendikaları; ahlaksız stratejileri, insanları kandırmayı, çalışanları ürkütmeyi, ulufe vaat etmeyi, unvan dağıtmayı bir yana bırakarak sendikacılık yapmaya davet ediyorum.
 
Bütün sendikalara seslenen Koncuk; “Gelin adam gibi kamu çalışanlarının huzurunun, mutluluğunun artırılmasının mücadelesini verelim. Bütün sendikaları; ahlaksız stratejileri, insanları kandırmayı, çalışanları ürkütmeyi, ulufe vaat etmeyi, unvan dağıtmayı bir yana bırakarak sendikacılık yapmaya davet ediyorum. Türkiye Kamu-Sen gerçek anlamda sendikadır. Ben bir sendikanın unvan dağıtmasına karşıyım. Kim olursa olsun bizim üyemiz ya da başkasının üyesi, herkes hak ettiğini yaşamalıdır. Bizim davamız, hak eden insanın hak ettiğini almasını sağlamaktır. Biz ahlaksızlık, edepsizlik kimden gelirse gelsin onun karşısında dimdik duracağız. Bu milletin buna ihtiyacı var. Ülkemizin bozuk adamlara ihtiyacı yok, Türk İslam ahlakıyla bezenmiş insanlara ihtiyacı var. Bir sözde sendikanın temsilcileri diyor ki ‘bizim davamız medeniyet davasıdır.’ Ne güzel! Hepimizin davası, medeniyet davası olması lazım; ama sizin  medeniyet davanız nedir? Siz ahlaksızlık üzerine oluşturduğunuz stratejiyle nasıl bir medeniyet davası güdüyorsunuz? Bir medeniyet davası olan adamın önce edebi, ahlakı olur, kul hakkı yemez. Medeniyet davası böyle olur. Değerlerin yozlaştırıldığı bir usul hangi medeniyetin davasıdır? Bu, olsa olsa cahiliye devrinin medeniyet davası olabilir.” Dedi,
 
Hakim de olsan savcı da olsan işini doğru yapacaksın. Aynı konuda şimdi böyle karar vereceksin, başka bir zaman diliminde tam aksi başka bir karar vereceksin. Ne değişti Türkiye’de; hukuk mu,  kanunlar mı değişti? Evet bir şey değişti ülkemizde; Değişen, vicdanların kiraya verilmesidir.
 
Son zamanlarda yargıda yaşanan sıkıntılara da değinen Genel Başkan, “Ankara’da Şube Müdürleri hakkında açılmış davayı kazandık. Fakat Ankara Bölge İdare Mahkemesi davayı bozdu. Aynı Ankara İdare Mahkemesi’nin, aynı konularda tam zıttı kararları mevcuttur. Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’na şikayetçi olduk. Sonucunda bir şey çıkar mı çıkmaz mı bilmiyorum. Biz görevimizi yaptık. Hakim de olsan savcı da olsan işini doğru yapacaksın. Aynı konuda şimdi böyle karar vereceksin, başka bir zaman diliminde tam aksi başka bir karar vereceksin. Ne değişti Türkiye’de; hukuk mu,  kanunlar mı değişti? Evet bir şey değişti ülkemizde; Değişen, vicdanların kiraya verilmesidir.” Şeklinde konuştu.
 
 Dolayısıyla bütün hakim ve savcılarımız hukuk içerisinde karar vermek durumundadır. Onların vereceği kararda siyasi anlayış olamaz, ideoloji olamaz. Eğer hukukçular, siyasi düşüncelerine göre karar verirlerse bu ülkede huzur kalmaz. Bu millet, hukukun üstünlüğüne, tarafsızlığına güvenmelidir. Maalesef bugün çıkın sokağa insanlara sorun, yüzde yetmişi yargının tarafsız olduğuna inanmıyor. Bu ülkenin insanları yargının bağımsız olduğuna inanmazsa ne olur? Herkes kendi hukukunu uygulamaya kalkar, o zamanda ülkede kaosu en yüksek seviyede yaşarız. Haksızlıkların üzerine topyekün olarak gideceğiz, sadece günü yaşamayacağız.
 
Başbakan da memura yüzde 17 zam yaptık diyor. Bu iddiası doğru olsaydı bu oranın ortalama memur maaşına rakamsal yansıması 425 TL artış demektir? Oysa memur ne aldı; 123 TL. Bu nasıl bir hesaptır?
 
2013 yılında yaşadığımız Toplu Sözleşmeler 2014 ve 2015 yıllarının kaybedilmesine sebep oldu. 2014 yılında 123 TL zam aldık. 2014 Yılı enflasyonu, bize verilen zammın yüzde 2.97 üzerinde çıktı. Üstüne üstlük bir de bugün dolar 2.60 TL oldu; ama emekli ve çalışanların  maaşlarında ek zam yok. Son on iki yılda alım gücümüzde yüzde 34’lük bir azalma meydana gelmiştir. Bu ülkenin sayın Maliye Bakanı Mehmet Şimşek matematik biliyor mu diye şüpheye düşüyorum. Başbakan da memura yüzde 17 zam yaptık diyor. Bu iddiası doğru olsaydı bu oranın ortalama memur maaşına rakamsal yansıması 425 TL artış demektir? Oysa memur ne aldı; 123 TL. Bu nasıl bir hesaptır? Öte yandan Maliye Bakanı da 2014 yılında memura yüzde 8,5 zam yaptık diyor. Başbakan farklı Maliye Bakanı farklı konuşuyor. Birbirlerinden haberleri yok.
 
Ekonomi öyle bir kavramdır ki mesela enflasyon oranında bir zam yapmış olsanız, bu sıfır zam demektir. Enflasyon nedir? Paranın alım gücündeki azalma. Sen bana enflasyon oranında zam yaparsan ancak benim yerimde saymama vesile olursun. Kaldı ki, bunlar enflasyon oranında dahi zam yapmadılar. İktidar övünmüyor mu biz kişi başına milli geliri 3 bin dolardan, 10 bin beş yüz dolara çıkardık. Madem ki, bu ekonomi büyüyor, peki bundan kamu çalışanları ve emekli neden faydalanamıyor? Eğer ki büyüme vatandaşa yansımıyorsa o ne menem bir büyümedir? Biz de büyümeden faydalanacağız ve bize de refah payı verilmelidir. Bütün dünyada uygulanan budur. Türkiye’de kamu çalışanları ekonomik ve sosyal anlamda hakları alamayanların başında geliyor.” dedi.               
 
Allah’a şükür bizim devlet memurlarımız okumuş insanlardır. Ciddi sınavlardan geçerek bu makamlara gelen kişilerdir. Eğer siz, bu kadar kabiliyetli insanlardan -iddia ettiğiniz gibi- verim alamıyorsanız, o zaman oturun bunun sebeplerini düşünün. Bunun hesabını en başta atadığınız yandaş yöneticilere sorun.
 
Türkiye’de devlet memuru sayısının yetersiz olduğunu vurgulayan Genel Başkan; “Kamu çalışanları devleti somutlaştıran kitledir. Devlet demek kamu çalışanı demektir. Başbakan, milletvekilleri, bakanlar gelir geçer. Devlet; okuldaki bir öğretmen, hizmetli memurdur, üniversitede profesördür, öğretim görevlisidir, camide imamdır. Bugün ortada çok büyük bir yalan var; Türkiye’de kamu çalışanı çok fazla diyorlar. Bunu söyleyen yalancılar, bunun üzerinden kamu çalışanlarını ezmeye uğraşıyorlar. Bunu söyleyenler de beceriksiz siyasi iktidar mensuplarıdır. OECD ülkelerinde bir devlet memuruna 14 vatandaş düşüyor. Türkiye’de ise 29 vatandaşa bir devlet memuru düşüyor, Şanlıurfa’da 43 vatandaşa bir memur, İstanbul’da 43 vatandaşa bir devlet memuru düşmektedir. Görülüyor ki, bizim OECD ülkelerinin ortalamasında bir hizmet standartlını yakalayabilmemiz için, şu anda istihdam edilen devlet memurları kadar daha memuru istihdam etmemiz gerekiyor. Rakam çok açık, hatta bunu OECD ülkelerinin ortalaması ile değil de;  ülkeleri teker teker ele aldığımızda rakamlar daha da açılmaktadır. Örneğin; Belçika’da 12 vatandaşa bir devlet memuru düşüyor. Buradan ilan ediyorum; kim devlet memuru Türkiye’de fazla diyorsa yalancıdır. Hatta Türkiye’de devlet memurunun iş yükü de OECD ülkelerindeki emsallerinden iki kat daha fazladır. Verimlilik almak istiyorsanız; bu, verimlilik projeleriyle oluşabilecek bir sonuçtur. Eğer Türkiye’de verimlilik arzu edilen noktada değilse, bunu hiç kimse devlet memurlarının üzerine yıkmaya çalışmasın. Bu problem, Türkiye’de yönetici bazında sevk ve idare kabiliyeti olmayan insanların makamları işgal ettiğinin en önemli göstergesidir. Allah’a şükür bizim devlet memurlarımız okumuş insanlardır. Ciddi sınavlardan geçerek bu makamlara gelen kişilerdir. Eğer siz, bu kadar kabiliyetli insanlardan -iddia ettiğiniz gibi- verim alamıyorsanız, o zaman oturun bunun sebeplerini düşünün. Bunun hesabını en başta atadığınız yandaş yöneticilere sorun.” Diye konuştu.
 
Kamu çalışanları artık görün: Resmen sizin iş güvencenizi almaya uğraşıyorlar. İktidar Anayasa’nın 128. Maddesini değiştireceğim diyor. Sayın Cumhurbaşkanı bunu değiştirmek için dört yüz milletvekili istiyor. Yok öyle yağma! Sen benim mezarımı kazacaksın, devlet memurluğu kavramını ortadan kaldırmaya ant içeceksin ben sana dört yüz milletvekili vereceğim!
 
İş güvencesinin ciddi bir tehditle karşı karşıya olduğunu söyleyen Koncuk; “İktidarda, devlet memurlarına bir hasım anlayış var ve bu o kadar aleni hale geldi ki; artık bunu söylemekten de kimse çekinmiyor. Sayın Cumhurbaşkanı Recep Tayip Erdoğan’ın işçi ile memur arasındaki farkın kaldırılması yönünde, yani devlet memurunun iş güvencesine yönelik bir çok açıklaması var. Biliyorsunuz torba yasayla, kamu çalışanlarının yargı hakkını elinden alınıyor ve buna bağlı olarak da adeta çalışanlar iş güvencesiz hale geliyor. İş güvenliğini destekleyen nedir? Yargıdır. Örneğin; bir devlet memuru yargıya gidiyor. Diyor ki, beni haksız yere işten attılar. Bu sebeple dava açıyor, kazanıyor. İdare, 30 gün içerisinde işine iade etmek zorunda değil mi? Adamlar öyle bir kanun taslağı düzenlemişler ki, idare davanın sonucunu iki yıl içerisinde uygular. Ayrıca iki yıl içerisinde de bunu uygulamazsa, uygulamayan kişiye de ceza davası açılmaz. Bir anlamda yargı kararını işlevsiz hale getirmekte. İktidar henüz Anayasanın 128. maddesini değiştiremediği için yargıyı işlevsiz hale getirerek memuru iş güvencesiz hale getirmeye çalışıyorlar.
 
Bas bas bağırıyoruz, çalışanları tehlikeye karşı uyandırmaya gayret ediyoruz. Bizim tüm uğraşlarımıza rağmen maalesef ki, bazı kamu çalışanları durumun farkında değil. Bir öğretmen, okula geç kaldım papara yemeyim, diye okul müdürünün üyesi olduğu yandaş sendikayı seçiyorsa, nöbet günüm aman değiştirilmesin diye sendikasını belirliyor, haftalık ders programım bozulur diye sendikal tercih yapıyorsa; bir imam sendikal tercihini beni köy camisinin imamı olarak atarlarsa; bir hemşire tercihini şu bölümden şu bölüme geçeyim diye yapıyorsa; yani ufak anlayışlarla sendikal tercihler ortaya konuluyorsa o zaman kaybettik demektir. Bu insafsız değirmene su taşıyanlara destek olunmaya devam edilirse daha kötü günler bizi bekliyor demektir.
 
Kamu çalışanı arkadaşlarım artık görün: Resmen sizin iş güvencenizi almaya uğraşıyorlar. İktidar, Anayasa’nın 128. maddesini değiştireceğim diyor. Sayın Cumhurbaşkanı, bunun için dört yüz milletvekili istiyor. Yok öyle yağma! Sen benim mezarımı kazacaksın, devlet memurluğu kavramını ortadan kaldırmaya ant içeceksin ben sana dört yüz milletvekili vereceğim!
 
Bakın, 4/C’lerin durumu herkese örnek olmalıdır. Onlar da bir zamanlar kamu işçileriydi. İş güvenceleri olmadığı için, kıdem tazminatları verildi ve kapının önüne konuldular. Eğer bugün önlemini almazsak bizim sonumuz da iş güvencesiz çalışma olacaktır.” Dedi.
 
4 Nisan tarihinde Ankara’da yapılacak miting ile ilgili olarak da bilgi veren Genel Başkan Koncuk; “O bütçeyi babanızın parası gibi kullanamazsınız, memura da emekliye de ek zam vereceksiniz, yoksa hesabını 7 Haziran’da sorarız. İşte 4 Nisan’da bu hesabı soracağımızı söyleyeceğiz; iş güvencemizle oynamayın, aklınızı başınıza alın diyeceğiz. Toros Sokak’tan yürüyerek Kolej Meydanı’nda dev mitingimizi yapacağız.  Gelin sesimizi yükseltelim birilerinin dizleri titresin. Gelin Ankara’yı gür sesimizle titretelim.
 
Sen devletin her türlü imkanından yararlanacaksın öğretmene 6 saatlik nöbet ücretini çok göreceksin. Hizmetli memuru köle gibi çalıştıracaksın fazla mesai ücreti vermeyeceksin ama bize vatanseverlik dersi vereceksin. Vatanseverin kralı da, milliyetçinin kralı da biziz. Terör örgütüyle masaya oturacaksınız biz vatanseverlik taslayacaksınız, bebek katiliyle müzakere edeceksiniz bize milliyetçilik nutku atacaksınız! Bunu kabul etmiyoruz.
 
Nöbet tutmama eylemine de değinen Koncuk, “Bu eylemler üzerine geçenlerde Milli Eğitim Bakanı Sayın Nabi Avcı bir açıklama yapmış; Avcı, ‘Öğrenciyi siyasete bulaştırmayın’ diyor. Sayın Nabi Avcı ne alakası var? Çalışanların hak arama mücadelesini, sendikal bir faaliyeti hangi dayanakla siyaset yapmak olarak değerlendiriyorsunuz?  Birilerini rahatsız etmeden hak iddia edemezsiniz. Nabi Avcı ve böyle düşünenlere diyorum ki, bize vatanseverlik dersi vereceğinize, önce işinizi doğru dürüst becerin, öğretmen ve diğer eğitim  çalışanlarının haklarını verin. Hak ettiğimiz sosyal ve ekonomik haklarımızı bize verin, biz de iş bırakma eylemi de, nöbet eylemi de yapmayalım. Biz bundan keyif mi alıyoruz? Ayrıca kimse bize vatanseverlik nutku atmasın. Sayın Nabi Avcı sen öğretmenlerin işini doğru yapmasını istiyor isen, sen de işini doğru yapmalısın. Müsteşarların, İl Müdürlerin, Genel Müdürlerin doğru düzgün işlerini yapsınlar. Sen yönetici atamalarında  haksızlık yapılırken  hiç sesini çıkartmayacaksın; bu ülke için mücadele etmiş, yandaş olmayan insanları alaşağı edeceksin, ondan sonra bize diyeceksin ki, işinizi yapın. Bu vatanseverliğe yakışmıyor. Siz alın teri dökmüş, emek vermiş insanların alın terlerinin çalınmasını seyrettiniz.
 
Önce bu günahın hesabını verin! Biz nöbet tutmama eylemini yapacağız, bunun yanında da öğrencilerimizi okul bahçelerinde sahipsiz bırakmayacağız. Öğretmenlerimize nöbet ücreti verilene kadar bu mücadelemizi devam ettireceğiz. Öğretmenler ve bütün kamu çalışanları şunu görmeli ki, nöbet eylemini sadece bir sendika yapmıyor. 
 
Sen devletin her türlü imkanından yararlanacaksın öğretmene 6 saatlik nöbet ücretini çok göreceksin. Hizmetli memuru köle gibi çalıştıracaksın fazla mesai ücreti vermeyeceksin ama bize vatanseverlik dersi vereceksin. Vatanseverin kralı da, milliyetçinin kralı da biziz. Terör örgütüyle masaya oturacaksınız biz vatanseverlik taslayacaksınız, bebek katiliyle müzakere edeceksiniz bize milliyetçilik nutku atacaksınız! Bunu kabul etmiyoruz.
 
Adam gibi işinizi yapın. Bugünün yarını olduğunu unutmayın. Biz unutmuyoruz! Her yaptığınızı kayıt altına alıyor ve hukuk önünde hesap vereceğiniz günü bekliyoruz!    Kamuda ciddi bir yandaş kadrolaşmanın sözkonusu olduğunu belirten Genel Başkan İsmail Koncuk yandaş bürokratları da uyardı: 
“Teşkilatımın bütün mensuplarına sesleniyorum: Kimseden korkmayın. Onlar korksun. Onlar, yani makam sahibi olanlar, asıl korkanlar onlardır. Onların kaybedecekleri var. Bugün yandaşlıkta sınır tanımayan, hak gasp eden o yandaş yöneticilere sesleniyorum: Bundan öncekiler gibi bu iktidar da gidecek. Bu makamlar bir gün gidecek. Sizler de ortada kalacaksınız. Yarın sokakta bizimle karşılaşacak olan yine sizler olacaksınız. Bizim atalarımız çok güzel söz söylemişler; çıkarken o merdivendeki insanlara dikkat et, inerken de onlara rastlayabilirsin. Yarın gözümüzün içine nasıl bakacaksınız? Adam gibi işinizi yapın. Bugünün yarını olduğunu unutmayın. Biz unutmuyoruz! Her yaptığınızı kayıt altına alıyor ve hukuk önünde hesap vereceğiniz günü bekliyoruz!”  
 
Yüce dinimiz 'Hiç bilenle bilmeyen bir olur mu' diyor. Sen Bakansın, profesörsün, yani sen bir bilensin. Senin hesabın daha farklı olacak elbette, sorumluluğun daha fazla olacak elbette. Ey Nabi Avcı, unutma ölüm var. Ya işini adam gibi yap ya da istifa et!
 
Milli Eğitim Bakanı Sayın Nabi Avcı dönemi kara bir dönem olduğunu ifade eden Koncuk, “Bu durumu Nabi Avcı mı yaptı dersek, aslında ona bunu yaptırdılar. Siz on binlerce insanın alın terini çaldınız. Yandaşlarınızın makam mevki sahibi olması için hak yediniz. Sizi, on binlerce insanın ahı tutacak. Sayın Nabi Avcı’nın yerinde olsam, akşam başımı yastığa koyduğumda uyuyamam inanın. Devrinde, on binlerce insanın hakkı gasp edildi, binlerce çalışanın kul hakkı iç edildi. Sayın Bakan, tüm bunların nasıl hesabını vereceksin? Yüce dinimiz 'Hiç bilenle bilmeyen bir olur mu' diyor. Sen Bakansın, profesörsün, yani sen bir bilensin. Senin hesabın daha farklı olacak elbette, sorumluluğun daha fazla olacak elbette. Ey Avcı, unutma ölüm var. Ya işini adam gibi yap ya da istifa et!
 
 Bir Milli Eğitim Bakanı kamuoyunu aldatıyor ve bu yalan ortaya çıkıyorsa istifa etmesi gerekir. Bakın Sayın Avcı ‘Türkiye’de 39 bin ücretli öğretmen var’ diye bir açıklama yaptı. Bunun üzerine bir araştırma yaptık. Valiliklerden aldığımız resmi rakamlardan yaptığımız tespitlerimize göre, ülkemizde toplam 80 bin ücretli öğretmen olduğu açık ve net. Bir Bakan, kendi bünyesinde kaç ücretli öğretmen çalıştığını bilmez mi? Bu izaha muhtaç bir durumdur. Yok eğer sayın Avcı bu sayıyı biliyor da bunu 39 bin diye açıklıyorsa bu daha büyük bir hatadır, bunun adı resmen kamuoyunu aldatmaktır.
 
Türk Milli Eğitiminin içinde olduğu aczi göstermeme gayreti var. Çık özür dile diyorum sayın Bakan; hata yaptık de ve yeterli bir öğretmen ataması yap. Milli Eğitim teşkilatlarında çalışan insanların huzurunu sağlayamıyorsan, hakları gasp edilirken yüreğin titremiyorsa, üzülmüyorsan yazıklar olsun diyorum.
 
Bir de müsteşarımız var, Yusuf Tekin. Hala Şube Müdürlüğüyle ilgili yargı kararını uygulamıyor. Kendisini Milli Eğitim Bakanlığı’nın kralı zannediyor. Bundan sonra Milli Eğitim Bakanlığı tarihi Yusuf Tekin’den önce ve Yusuf Tekin’den sonra diye iki dönemde anılacak diye düşüyorum.
 
Bunların  üzerine gitmek lazım. Bugün birinin hakkı yeniyorsa yarın da benim hakkım yenir diye düşünüp ona göre sendikal tercihlerimizi ortaya koymamız gerekir. Bu yapılanlara seyirci kalmayacağım, demeliyiz Biz ahlaklı sendikal anlayışı temsil ediyoruz.Kanımızın son damlasına kadar bu mücadeleyi ortaya koyacağız. Biz millete söz verdik, bizde yalan olmaz. Kim ki, insanları korkutuyor alçaktır, namussuzdur.” Şeklinde konuştu.
 
Yusuf Ziya Özcan hem de Gökhan Çetinkaya’dan umduğumuzu görmedik. İkisi de geldi geçti hiç aklınızda kalan bir icraatı var mı? Şu da şu izi bıraktı dediğimiz hiçbir icraatları yok. Bunların bırakamadığı izi, bizler bırakmalıyız.
 
Üniversitelerde yaşanan problemlere de değinen Koncuk; “Üniversitelerimizde artık bu demokratik olmayan yapıyı kırılmalıdır. Eğer biz üniversitelerimizi gerçekten bilimin merkezi olarak kurgulayacaksak, bu kafayla üniversiteler bir yere gidemez. Üniversitelerde maalesef adeta bir korku imparatorluğu oluşturulmuş. Üniversite  çalışanları huzursuz. Bu böyle gitmez. Üniversitelerimizin ihtiyaçları doğrultusunda, yüksek öğretim mevzuatı kapsamlı bir şekilde yeniden ele alınmalıdır.
 
Rektörlerin seçim usulü, üniversite çalışanlarının iradesini yok sayan bir yöntemdir. Güya oylama yapılıyor, ilk altıya girenlerden üç tanesi YÖK tarafından Cumhurbaşkanlığına teklif ediliyor. Cumhurbaşkanı da lütfederek üç adaydan bir tanesini atıyor. Öyle durumlar oluyor ki, 600 oy alan aday yerine 60 oy alan aday rektör olarak atanıyor. Türk Eğitim-Sen olarak bu usulü kabul etmiyor, demokratik ahlakın rektör seçiminde hayat bulmasını istiyoruz.
 
YÖK mutlaka yeniden değerlendirilmeli, ciddi tedbirler alınmalıdır. Bu YÖK anlayışı mutlaka değişmelidir. Maalesef hem Yusuf Ziya Özcan hem de Gökhan Çetinkaya’dan umduğumuzu görmedik. İkisi de geldi geçti hiç aklınızda kalan bir icraatı var mı? Şu Başkan, şu izi bıraktı dediğimiz hiçbir icraatları yok. Onun için siyasetin tahakkümü altındaki yönetimlerden bir beklentimiz yok. İşte değerli arkadaşlar bunların bırakamadığı izi, bizler kararlı ve mücadeleci sendikacılığımızla bizler bırakmalıyız. Bunu hep birlikte başarabiliriz.” dedi.
Güncelleme Tarihi: 07 Mart 2015, 00:00
YORUM EKLE
YORUMLAR
mahir
mahir - 9 yıl Önce

ağzına sağlık sayın ismail bey . sessiz çoğunluğun sesi oluyorsunuz. sizin sendikanızda olmamama rağmen sizi ve sendikacılığınızı canı gönülden destekliyorum.

SIRADAKİ HABER