Salgın Sürecinin Gölgesinde Kapanan Okullarımıza Ağustos Ayında 40 Bin Atama Daha Yapılmalı

Türk Eğitim-Sen Genel Başkanı Talip Geylan’ın, 2019-2020 Eğitim-Öğretim Yılının sona ermesi dolayısıyla yaptığı basın açıklamasıdır.

Salgın Sürecinin Gölgesinde Kapanan Okullarımıza Ağustos Ayında 40 Bin Atama Daha Yapılmalı

2019-2020 Eğitim-Öğretim Yılı salgın süreci gölgesinde sona erdi. Dönemin ikinci yarısında yaşanan salgın vakaları tüm dünyaya olduğu gibi ne yazık ki ülkemize de heyula gibi çöktü.

Bu süreçte 5 bine yakın vatandaşımızı kaybettik, hala hastanelerde tedavi süreci devam eden çok sayıda hastamız var. Sağlık çalışanlarımız büyük fedakârlıklarda bulundu, öğretmenlerimiz uzaktan eğitim sürecini ciddi bir özveri ile yürüttü, bizler de bu sürece uyum sağlamaya en yüksek düzeyde gayret gösterdik.

Canlı ders uygulaması dayatma unsuru haline getirildi.

Milli Eğitim Bakanlığı 31 Ağustos tarihinde telafi eğitimiyle birlikte okulları açacak. Umuyoruz ki; 2020-2021 Eğitim-Öğretim Yılı sağlıklı ve kesintisiz bir şekilde yürütülür.

Geçtiğimiz eğitim-öğretim yılı başta salgın süreci olmak üzere birçok sorunla tamamlandı. 16 Mart tarihinde doğru bir kararla okullarda eğitime zorunlu olarak ara verildi.

23 Mart tarihinden itibaren TRT-EBA TV ve Eğitim Bilişim Ağı üzerinden uzaktan eğitim gerçekleştirildi. MEB sonraki süreçte EBA üzerinden canlı ders işlenmesi hizmetini hazırlayarak, dileyen öğretmenlerimizin kullanımına açtı.

Öncelikle hem 1 hafta kısa bir sürede uzaktan eğitimi hayata geçiren MEB yetkililerini kutluyor, hem de uzaktan eğitimi başarıyla yürüten fedakâr öğretmenlerimize minnetlerimizi sunuyoruz.

Tabi şunu da belirtelim ki; uzaktan eğitim kapsamında öğretmenlerimizin canlı ders anlatımı konusunda bir takım sıkıntılar yaşandı. Ülkemizin sosyo-ekonomik koşulları nedeniyle her öğrencimizde aynı teknik imkânlar mevcut değildir.

İnterneti hatta bilgisayarı bulunmayan öğrencilerimiz bulunmaktadır. İnternette sık sık aksamalar yaşanmaktadır. Dolayısıyla öğretmenler bazen ders anlatamadıkları gibi bazen de sınıf mevcudunun yarısı kadar öğrenci ile ders işlemek zorunda kaldı.

Bu da her öğrencinin aynı eğitim imkânına ulaşamamasına ve dolayısıyla eğitimde yeni bir fırsat eşitsizliğine neden oldu. Düşünün ki; bir sınıfta 30 öğrenci varken, 10 öğrencimizde internet yoksa, bu çocuklarımız eğitim hizmetinden yoksun kalıyor anlamına gelmektedir.

Elbette MEB’in uzaktan eğitim faaliyetini destekledik ve destekliyoruz. Çünkü üç ay yüz yüze eğitimden uzak kalmak çocukların öğrenme süreci açısından ciddi bir travmadır. Dolayısıyla bu sürecin olabildiğince rehabilite edilmesi gerekir.

Ancak bu sürecin baskın şekilde EBA Tv üzerinden yürütülmesi daha doğru olurdu. Ayrıca bir diğer sıkıntı; öğrencilerin birinci dönem notlarının geçerli olacağının, not ortalamaları kaç olursa olsun sorumlu bir şekilde bir üst sınıfa geçeceklerinin açıklanması oldu. Sınıfı geçtiği algısına sahip olan öğrenciler derslere çok rağbet göstermedi. MEB’in bu konuda tedbir alması öğrencilerin derse ilgisini artıracaktı.

Öğretmenlerimizin yaşadığı travmatik durumlar, kamuoyunda öğretmenleri aşağılamayı adet edinen zihniyetin sonucudur.

Öğretmenlerimiz çocuklarımızın eğitim sürecinden kopmaması için yoğun çaba gösterdi, yüz yüze eğitimden çok daha fazla vakit harcayarak bu sürece katkı sağladı.

Buna rağmen öğretmenlere yönelik bazı çirkin yaklaşımlar sergilendi. Şöyle ki; birçok idarecimiz maalesef internetten canlı ders anlatımına katılım oranını sanki kendi yöneticilik başarısı gibi algıladı.

Hatta öğretmenlerden öğrencilerin EBA şifrelerini isteyerek, onları canlı derse girmiş gibi gösteren, EBA’daki öğrenci girişlerini şişiren, makamlarını sağlamlaştırmak için istatistikleri hormonlayan idarecilere dahi tanıklık ettik.

Bazı iş bilmez ve kraldan çok kralcı olan yöneticiler canlı ders faaliyetlerine dahil olmayan öğretmenleri tehdit etti. Bu uygulama zorunlu olmamasına rağmen, dayatma unsuru haline getirildi; öğretmenin başarısı ya da başarısızlığı gibi değerlendirildi.

Salgın sürecinde ne yazık ki öğretmenlerimize yine çeşitli yaftalar yapıştırıldı. Kamuoyunu manipüle etmeye çabalayan bir kısım zihni bulanıklar, öğretmenleri az çalışan çok para kazanan, yan gelip yatan, uzun tatillere sahip bir meslek grubu olarak lanse etmekten geri durmadı.

Bu mesnetsiz söylemlerle bir kez daha öğretmenlik mesleğinin itibarı rencide edildi. Oysa okullar, öğretmenler için tatil edilmedi. İdari izinli sayılan süreçte öğretmenler yan gelip yatmadı.

Öğretmenler iletişim araçları sayesinde bilgi akışı sağladı, öğrencilerini aradı, canlı ders anlatımı yaptı, öğrencilerin ödevlerini takip etti. Unutulmamalıdır ki, öğrencilerin eğitim düzeyi ile ilgili kaygı düzeyi en yüksek kesim öğretmenlerdir.

Öğretmenlerin vicdani sorumluluğu yüksektir. Dolayısıyla bu süreçte öğretmenler gereğini yaptı. Bu noktada öğretmenleri tahkir edenleri şiddetle kınıyoruz.

Öte yandan kamudaki tek meslek grubu öğretmenlermiş gibi, öğretmenlere her türlü görev verildi. Öğretmenlerimiz muhtarlar ya da yerel idarenin yapacağı görevlerden dahi sorumlu tutuldular.

Oysaki öğretmenlerimiz yukarıda da ifade ettiğimiz gibi canla başla eğitim sürecine katkı sağladı, vefa gruplarında sağlıklarını riske ederek gönüllü çalıştı.

Aslında bu süreçte öğretmenlerimizin tüm bu yaşadığı travmatik durumlar, öğretmenleri küçümsemeyi alışkanlık edinen zihniyetin yansımasıdır. Bakanlığın bu zihniyetle mücadele etmesi, öğretmenlerimize sahip çıkması, onların yanında olması hem eğitimin geleceği hem de öğretmenlerimizin motivasyonu için çok önemlidir.

MEB’in tüm bu yaşananları iyi tahlil ederek, önümüzdeki süreçte eksiklikleri, aksamaları ya da hataları ortadan kaldırmak için farklı yöntem ve metotları hayata geçirmesi, ayrıca öğretmenlerimizin saygınlığına gölge düşürecek yaklaşımlara izin vermemesi gerekmektedir.

MEB, derslik üretiminin artırılmasına ağırlık vermeli ve mevcut dersliklerin verimli kullanılması sağlanmalıdır.

Milli Eğitim Bakanlığı telafi eğitiminin 3 hafta olacağını, yıl boyunca da destekleme kurslarının devam edeceğini duyurdu. Bu eğitimler çocuklarımızın müfredatta ilerlemesi, eksiklerini gidermesi, bir üst sınıfa sağlam bir şekilde hazırlanması noktasında çok önemlidir.

Öğretmenlerimizin de gayretiyle telafi eğitimlerinin hızlı ve sağlıklı bir şekilde yürütüleceğinden hiç şüphemiz bulunmamaktadır. Tabi burada en büyük soru işareti gerek telafi eğitiminde gerekse yeni eğitim-öğretim döneminde okullarda hijyenin nasıl sağlanacağı, sınıf mevcutlarının nasıl düşürüleceği, sosyal mesafenin nasıl korunacağıdır.

Milli Eğitim Bakanlığı’nın hijyen kuralları ile ilgili önemli bilgilendirmeler yapması, tüm okullarımızda hijyen malzemelerinin eksiksiz sağlanması, okul, sınıf ve tuvalet temizliğinin sık aralıklarla yapılması gerekirken, sınıf mevcutlarının düşürülmesi de mutlaka sağlanmalıdır.

Zira sosyal mesafe sağlanamadığı müddetçe virüs vakaları azalmayacaktır. Bu noktada; MEB, derslik üretiminin artırılmasına ağırlık vermeli ve mevcut dersliklerin verimli kullanılması sağlanmalıdır. Şayet eğitimin her kademesinde derslik üretimini artırarak, sınıf mevcutlarını düşüremezsek, okullar salgın vakalarının merkez üssü haline gelebilir.

MEB’in ağustos ayında 40 bin öğretmen ataması daha yapması en öncelikli talebimizdir.

Öğretmen atamaları ne yazık ki ciddi bir sorun olmaya devam ediyor. Ülkemizde 81 ilde ücretli öğretmen sayısı 81 bine ulaşmıştır. Dersler boş geçmesin diye görevlendirilen bu öğretmenlerin bir kısmı iki yıllık meslek yüksekokulu mezunu bile olabilmektedir.

Öte yandan ücretli öğretmen görevlendirmesi dışında ülkemizde öğretmen açığı 104 bin civarındadır. 500 bin de atama bekleyen öğretmen bulunmaktadır. Bildiğiniz gibi 31 Ağustos tarihinde telafi dersleri başlayacaktır.

Hem bu telafi derslerinin hem de akabinde başlayacak yeni eğitim-öğretim yılının sağlıklı yürütülebilmesi için öğretmen açığının giderilmesi çok önemlidir. Derslik ve öğretmen sayısı yetersiz olursa, eğitim sürecinin sağlıklı bir şekilde yürütülmesi mümkün olmayacaktır.

Bakınız MEB, 2019 yılında 41 bin 379 öğretmen ataması yaptı. 2020 yılında ise 18 Mart tarihinde 20 bin öğretmen ataması gerçekleştirildi. Bu öğretmenlerimiz pandemi nedeniyle 22 Haziran tarihinde göreve başlatıldı.

Yeni eğitim-öğretim döneminde de 20 bin öğretmenimiz daha göreve başlayacak. Böylece 2020-2021 Eğitim-Öğretim Yılında 40 bin atanmış öğretmenimiz daha okullardaki yerini alacak.

Ancak norm kadro açığı ve ücretli öğretmen sayısı göz önüne alındığında her yıl yapılan 40 bin atama ile sorunun çözülmediği ortadadır. Üstelik bu sene yaşanan pandemi süreci de buna eklendiğinde öğretmen ihtiyacımız iki katına çıkmıştır.

Bu noktada talebimiz; en azından ücretli öğretmen sayısı kadar atama yapılmasıdır. Türk Eğitim-Sen olarak 40 bin atamaya ilaveten, ağustos ayında 40 bin atama daha talep ediyoruz.

İstedikleri kişileri makama getiremeyecek olmanın telaşına düştüler

Mevcut yönetici atama sistemi adeta “ali kıran baş kesen” şiarını düstur edinen bir süreci de beraberinde getirdi. Yıllarca yandaşlık kriterine göre kariyer ve liyakat ilkesi dikkate alınmadan yönetici ataması yapıldı.

Çok kul hakkı yendi, çok sayıda bilgili, tecrübeli yönetici alaşağı edildi. Nihayetinde geçtiğimiz eğitim-öğretim döneminde yönetici atamalarında Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk sayesinde mülakatın etkisi sıfırlandı, atamalar yazılı sınav sonuçlarına göre yapıldı.

Biz o dönemde de bunun yönetmeliğe bağlı olmasını savunmuş, irade değiştiğinde uygulamanın da değişebileceğine yönelik endişelerimizi dile getirmiştik. Bugüne geldiğimizde liyakat ve ehliyeti önceleyen Yönetici Görevlendirme ve Öğretmen Atama ve Yer Değiştirme Yönetmeliklerinin hazırlandığını biliyoruz.

Ancak bu yönetmelikler şu ana kadar yayınlanmadı. Bunun nedenini, kariyer ve ehliyeti esas alan bir sistemin hayata geçmesine karşı direnç gösterilmesine bağlıyoruz.

Ne yazık ki MEB Merkez Teşkilatına hükmetmeye çabalayan, gücü elinde bulundurmaya namzet bu arazlı yapı kendi ekmeklerinden olmamak için her türlü yola başvurmaktadır.

Bunların aralarında vakıflar, dernekler, cemiyetler, sendikalar da bulunmaktadır. Ancak şu bilinmelidir ki, iş bu noktaya gelmişken artık geri dönüş yoktur. MEB teşkilatına bir virüs gibi sızmış olan bu yapıların tamamen temizlenmesi, MEB’in çetelerin tahakkümünden kurtulması adil yönetici atama sistemi ihdas edilmesine bağlıdır.

MEB yetkilileri Görevde Yükselme Yönetmeliği’nin değiştirildiğini de açıklandı. Buna göre tüm görevlerin yeniden liyakat ve kariyer ilkesi gözetilerek tanımlandı.

Bu çok önemli bir gelişmedir. Ancak bu yönetmelik de henüz yayınlanmadı. Talebimiz; geçen yıllarda yaşanan torpil furyasına tanık olmamak adına bu yönetmeliklerin hemen yayınlanmasıdır.

Bildiğiniz gibi proje okullarına yönetici görevlendirmeleri yönetmeliğe bağlı değildir. Geçtiğimiz yıl yaptığımız araştırmaya göre, ülke genelinde 940 proje okulunun 829’unun müdürünün ‘malum’ sendikanın üyesi olduğu ortaya çıkmıştı.

Bu durum proje okullarına yönetici atama sürecinin MEB yönetimi iradesi ile değil, bir sendikanın idaresi ile yürütüldüğü anlamına gelmektedir. Proje okullarına yönetici atama sürecinin dışarıdan paralel yapılarla yürütülüyor olması eğitim hayatımız için en büyük risklerden birisidir ve MEB’in ayıbıdır.

Proje okullarına sınavla nitelikli öğrenci alınıyorken, yönetici atamalarında niteliğe değil, mensubiyetlere bakılıyor olması eğitimde duvara toslamamamıza neden olmaktadır. Unutulmamalıdır ki; bu okullar kimsenin babasının çiftliği değildir.

Proje okullarına yönetici görevlendirmeleri tıpkı diğer okullarda olduğu gibi MEB yönetmeliğine bağlı olarak yapılmalıdır. Nitekim yeni yönetici atama yönetmeliğinde proje okullarının da MEB’e bağlanmasını hususu yer almaktadır.

Biz isterdik ki, proje okullarında yönetici görevlendirmelerini yapıldığı bu dönemde yönetmelik hemen yayınlansaydı ve yeni görevlendirmeler yeni yönetmeliğe göre yapılsaydı.

Bir kez daha yineliyoruz: İstedikleri kişileri makamlara getiremeyecek olmalarının telaşına düşenler için yolun sonu göründü. Söz konusu iki yönetmelik hakkaniyet esasına göre hayata geçerse kariyerin önceleneceği, çetelerin etkisini kaybedeceği, kul hakkı yenilmeyeceği yeni bir dönemin başlangıcı olacaktır.

2017 yılının Temmuz ayında atanan öğretmenlerin büyük kısmı güvenlik soruşturmaları nedeniyle ağustos ayından sonra göreve başladığı için 3 yılını doldurmadı.

Dolayısıyla bu öğretmenlerimiz mazeret tayini başvurusunda bulunamayacaklar. Talebimiz; bir düzenleme yapılarak, 2017 yılında atanan sözleşmeli öğretmenlerimizin mazeret tayin talebinde bulunmasının sağlanmasıdır. Aile dramları sona ermeden öğretmenlerden verim ve motivasyon beklememiz doğru olmayacaktır.

Taleplerimizden biri olan ve 2023 Eğitim Vizyon Belgesi’nde de yer alan Zorunlu Hizmet Tazminatı ödemesi hayata geçirilmelidir. Bu şekilde hem öğretmen açığı sorunu çözülecek hem de mahrumiyet bölgelerinde öğretmenlerin gönüllü çalışması sağlanacaktır.

Sözleşmeli ve ücretli öğretmenlik kaldırılmalı, tüm öğretmenler kadrolu olarak istihdam edilmelidir.

Öğretmenlik mesleğinin saygınlığını ve itibarını artıran, statüsünü sağlam bir zemine kavuşturan, aynı zamanda 657 sayılı DMK’dan kaynaklanan haklarımızı koruyan bir meslek kanunu bir an önce hayata geçirilmelidir.

Bu hafta sonu LGS, 27-28 Haziran tarihinde de YKS yapılacaktır. Şu anda salgının yayılımı her ne kadar pandeminin ilk dönemlerine göre nispeten azalmış gibi gözükse de, özellikle son bir haftadır sistematik şekilde günlük vaka sayılarında artış biz eğitimcileri endişeye sevk etmektedir.

Gerek Milli Eğitim Bakanlığı’nın gerekse ÖSYM'nin LGS ve YKS’de çocuklarımızın ve eğitim çalışanlarının sağlığını riske etmeyecek bütün tedbirleri en üst düzeyde alması çok önemlidir. Unutulmamalıdır ki; sağlığın dışında her şeyin telafisi vardır.

Eğitim-Öğretime Hazırlık Ödeneği önümüzdeki eğitim-öğretim yılında tüm eğitim çalışanlarına verilmelidir. MEB yaz aylarında bu konuda mutlaka bir düzenleme yapmalıdır

YORUM EKLE
SIRADAKİ HABER