Fişleyen Rektörü ve Dışlanan Doçenti Anlayabilmek

O, Fırat Üniversitesi’nde uluslararası düzeyde “en fazla yayın yapmaktan” dolayı Mühendislik Fakültesi Dekanı’ndan imzalı teşekkür belgesi almış bir doçent.

Fişleyen Rektörü ve Dışlanan Doçenti Anlayabilmek

Hayat hikâyesi, insanı çıldırtacak kadar haksızlıklarla dolu. 1995 yılında Fırat Üniversitesi’ne araştırma görevlisi olarak başladı. Doktora eğitimini bitirmesine az bir süre kalmasına rağmen daimi kadroya atanmadı. Rutin işlerde bir aksama vardı. Kimse bir şey söylemiyordu. 2001 yılında Cumhurbaşkanlığı makamına yazmayı düşündü ve yazdı. Niçin kadro verilmediğini sordu. “Giden gelmiyor acep ne iştir” türünden bir şey söz konusuydu… Tenezzül edilip de iki satırlık bir cevap bile verilmedi.

 

Fırat Üniversitesi’nde A. Feyzi Bingöl’ün rektör olarak görev yaptığı 2000-2004 ile 2008-2011 yılları arasında maruz kaldığı haksız uygulamalar dayanılacak ve sineye çekilecek gibi değildi. Daimi araştırma görevlisi kadrosuna geçişi yapılmıyordu. Cumhurbaşkanlığı da cevap vermeyince, ‘bari kurum değiştireyim’ diye düşündü. Yeni çalışacağı kurum DSİ olabilirdi ve öyle de oldu. Bu “tercihen bir gidiş değil, mecburen bir gidişti…”

 

Kurum değiştirmek zorunda bırakılmak, aynı bölümde açılan yardımcı doçentlik kadrosuna atanmayı hak ettiği halde atanmamak insanın içini daraltıyor ve gerçekten de nefse zor geliyordu. ‘Mahkemeye vermeliyim’ diye düşündü. Son çare buydu ve bu yolu denemeliydi… Mahkeme kendisini haklı bulmuş ve yardımcı doçentlik kadrosuna atanmasına hükmetmişti. İlk defa sevinilecek bir şey söz konusuydu ama Rektörlük “fazla da sevinme, biz burada neci oluyoruz” der gibi, kaldığı yerden devam etmeyi seçti.

 

Başarılı bir akademisyendi ve uluslararası düzeyde “en fazla yayın yapmaktan” dolayı ödül almıştı. Ama kim takardı başarıyı? Önemli olan üretmek değildi. Önemli olan üretmek olsa, dünya liginde üniversitelerimiz sınıfta kalır mıydı? Üretmek değil, el etek öpmek belki işe yarayabilirdi. Ama o bunu yapmadı.

 

Haziran 2010’da profesörlük kadrosuna atanmayı hak etti. Ama yine kadro ilanı verilmedi. Herkesin, birilerinin görüşüne göre “öyle düşünmemesi” gereken adam olduğu için fişlendiği bir Türkiye’de, ‘acaba benim hakkımda şerh mi düşüldü ki, bu tür saçmalıklarla karşı karşıya kalıyorum’ diye düşündü. 2001 yılında Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’e yazdığı, niçin kadrosunun verilmediğine dair bilgi istediği ve cevap verilmeyen talebi aklına geldi. 4982 sayılı Bilgi Edinme Kanunu vardı artık ve kanun çerçevesinde Cumhurbaşkanlığı makamına elektronik posta yoluyla “Fırat Üniversitesi Rektörlüğü’nce 2001 yılında hakkımda Cumhurbaşkanlığı makamına yazılan bir yazı var ise, Bilgi Edinme Kanunu kapsamında tarafıma verilmesini…” diye yazdı ve beklemeye başladı…

 

11.03.2011 tarihinde kendisine yazılan ve ekte sunulan belge ile talebine karşılık gelince gözleri fal taşı gibi açıldı. Ne diyeceğini şaşırdı. Cevabi yazı gerçekten insanın kanını donduran cinstendi. Fırat Üniversitesi Rektörü A. Feyzi Bingöl tarafından dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’e gönderilen 21.12.2001 tarihli resmi yazı, Köşk’ün “Ahmet Baylar” hakkında bilgi talebinde bulunması üzerine hazırlanmıştı. Uzun lafın kısası Rektör Bingöl kendisini fişlemişti.

 

“T.C. Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği’ne /21.12.2001… Araştırma Görevlisi Ahmet Baylar’ın eşi Müfide Baylar İnşaat Mühendisliği Bölümü öğrencisi iken üniversitemizde uygulanan kılık-kıyafet ile ilgili mevzuatlara uymamış, türbanlı derslere girmiş ve bu nedenle bir ay süre ile üniversiteden uzaklaştırılmıştır. Bu dönemde Ahmet Baylar’a eşinin kılık-kıyafet ile ilgili mevzuata uyması konusunda yardımcı olması istenmiş, ancak Ahmet Baylar, eşinin demokratik hakkını kullandığını ve türbanla gelmenin sakıncalarını anlamadığını belirtmiştir. Bu tür insanların üniversitede hizmetlerine ihtiyaç olmadığı kanısındayım. Bilgilerinize arz olunur. Prof. Dr. A. Feyzi Bingöl/Rektör. ”

 

“Araştırma Görevlisi” kadrosuna geçişinin yapılmamasının, aynı bölümde açılan “Yardımcı Doçentlik” kadrosuna atanmayı hak etmiş olmasına rağmen yine atamanın yapılmaması, (mahkeme kararı ile mecburen yapılmak zorunda kalınmıştır) “Profesörlük” kadrosuna atanmayı hak ettiği halde yine kadro ilanının verilmemesinin sebebi açıkça ortaya çıkmıştı. Doç. Dr. Ahmet Baylar tek kelimeyle fişlenmişti ve bu zincirleme haksızlıkların sebebi de anlaşılmıştı. Anayasa, herkesin vicdan, dini inanç ve kanaat hürriyetine sahip olduğunu, kimsenin dini inanç ve kanaatlerinden dolayı kınanmaması ve suçlanmaması gerektiğini hüküm altına almışken, Rektör A. Feyzi Bingöl’ün kanunlara ve uluslararası mevzuata aykırı, insan onurunu hedef alan, ehliyet ve liyakat kriteri gözetmekten uzak cevabı yargısız infazdan cinayetten farksız değil denilse yanlış mı söylenmiş olur?

 

Neymiş efendim… Adı geçen Ahmet Baylar’ın eşi İnşaat Mühendisliği Bölümü öğrencisiymiş ve başını örtüyormuş. Ahmet Baylar ise eşinin başını açması yönünde baskı yapmayıp, üniversiteye yardımcı olmuyormuş. Üstüne üstlük, herkesin ayrı bir birey olduğundan hareketle “eşinin demokratik hakkını kullandığını” belirtmiş.

 

Ahmet Bey, sen bilmiyor musun kadınlar erkeklerin dediklerinden çıkmazlar, onların kendi düşünceleri yoktur ve onlar bizim kölelerimizdir(!), biz ne dersek onu yaparlar. Sen kendini medeni sayan medeniyetten nasipsizlerden hiç mi ders almadın? Bu ne biçim erkeklik kardeşim? Sen bir bayanın (hatta eşinin) başını açtıramıyorsun, senden akademisyen olur mu? Nasıl akademisyen olunacağını, binlerce öğrencinin başını açtıran, kılla-tüyle ilgilenmeyi bilim adamlığı zanneden insanlardan öğrenmedin mi? Hem sen yapılanı yargılıyor ve anlamıyorsun. Akademisyenlik nedir sorusunun cevabını Kemal Gürüz’den, Kemal Alemdaroğlu’dan, Nur Serter’den, Fatih Hilmioğlu’dan, Ferit Bernay’dan, hatta ve hatta Rektör A. Feyzi Bingöl’den öğrenebilirsin.

 

Sana, “ikna” odalarında görev yazılmamış ve insan onuru nasıl yok edilir, nasıl ayaklar altına alınır, ikna adı altında kişilikler, benlikler nasıl imha edilir öğretilmemiş anlaşılan. Sen hala nasıl itiraz edebiliyorsun şaşıyorum. Benim size tavsiyem “benim stajyerlik dönemimde bana iyi rehberlik(!) edemediler ve beni yetiştiremediler(!). Ben öndekilerden şikâyetçiyim, gereğinin yapılmasını arz ediyorum” diye bir dilekçe vermendir. “Kadının aslında bir köle olduğunu, kendi başına düşünemeyeceğini ve kendi adına karar veremeyeceğini bana öğretmediler. Kamuoyuna cümle kurmakla perde arkasında farklı şeyler yapmak arasındaki farkı ben kavrayamadım. Bu üniversiteler adam (!) yetiştiremiyor” de. Sen bunlara kafa yor. Ne haddine beyefendi? Sen kalkmış uluslararası düzeyde “en fazla yayın” yaparak ezberi bozuyorsun. Sokaktaki adamın bildiğini, üniversitelerde böyle şeylerin para etmediğini hala öğrenemedin mi? Münferitte olsa kantini bekleyerek, hocanın çantasını taşıyıp, rektörün gururunu okşayarak da profesör olanlarla ilgili öğrencilerin alay etmesine aldırma sen. Sen niye çalışıp olacaksın ki? Sanırım öğrenemediğin şeyler var. Anladım sen bir imalat hatasısın beyefendi, imalat hatası…

 

Doç. Dr. Ahmet Baylar’a hak ettiği halde hala profesörlük kadrosu verilmiyor ve ilanı yapılmıyor. Günlerdir havanın hep sisli ve kapalı olması nedeniyle arkadaşım bir anda, “Beni bu havalar çıldırtacak” demişti. Birden aklıma o geldi. Beni rektörün fişlemesi değil, 2008’de görev süresi dolduğu halde yeniden süresi uzatılan rektörün keyfi tasarrufunu Cumhurbaşkanı ve YÖK’ün duymaması çıldırtacak.

Ahmet Bey, belki birilerini uluslararası düzeyde en fazla makale üretmen çıldırtmıştır ama beni, sana yapılanlar çıldırtıyor. Birisi bana bunu anlatsın lütfen. Bu saçmalığı kimse anlatamaz, biliyorum, onun için en iyisi ben rektörün açıklamasını bekleyeyim…

 

Oynatmaya az kaldı, Rektör(ün) nerde?

 

Ali Yalçın

Eğitim-Bir-Sen Genel Basın Yayın Sekreteri



 

Güncelleme Tarihi: 18 Mayıs 2011, 00:00
YORUM EKLE
SIRADAKİ HABER